MÜJGAN (27)

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,MÜJGAN  (27)
Haberin Tarihi: 6.12.2017 10:12:00 - Okunma Sayısı:1707 defa okundu.

MÜJGAN  (27)

Eğirdir’de Bir Aşk Hikayesi

(27)

                Aradan yine aylar yıllar geçti; düğünler, dernekler oldu, nişanlılar evlendi, evliler çoluk çocuk sahibi oldu ve Şemsettin gelmedi senelerce Müjgan’a.

                Bu senelerde mahallenin Akana’sı sırdaşlık, arkadaşlık etti Müjgana.

                Kimi kimsesi olmayan bu yaşlı kadın, yaşını kimse bilmez, tek başına tek odalı virane bir evde otururdu ve komşusuydu Müjgan’ın.

                Sevgili Kale Mahalleli bakardı ona.

                Kale mahallesi çok özeldir Eğirdir’in. Evler kale kapısından, kale ucuna kadar hep birbirine yaslanmıştır, içinde yaşayanların birbirlerine yaslanıp güvenmeleri gibi. Hiçbir evin kendine ait duvarı yoktur, kendisini yanındaki evden ayıran. Kapıları, pencereleri açıktır hep herkesin. Her komşu bir diğerinden ihtiyacı olduğu şeyi sormadan alıp gidebilir, ev sahibi evde değilse bile. Kocalar işte olduğundan çoğunlukla öğle yemekleri beraber yenir, çamaşırlar beraber yıkanır, düğünlere beraber hazırlanılır.

                Bir ailedir Kale. Dertler de sevinçler de paylaşılır içtenlikle, samimiyetle. Herkesin sevinci herkesindir, acısı da. Ne mutlu onlara.

                Herkesin anası, Akana’sıdır o, dertleri dinler, öğütler verir, yaraları sarar. Canevi kalkan ona gelir. O da ovar, ovuşturur, konuşur, teselli eder, ayağa kaldırır hastayı, evine yollar.

                Bir kuruş da geliri yoktur Akana’nın. Kale’li kadınlar ona yoksulluğunu fark ettirmeden yar olurlar.

                Gençken evlere halıya gitmekle geçimini sağlardı. O zamanlar hemen hemen herkesin evinde halı tezgahları vardı. Akana kimin halısına yardım ederse o evden biri olurdu o gün.

                Akşamları da viranesine döner, eski döşeğinde yatardı.

                Yıllar geçti, halı tezgahları evlerden kalktı;

Akana’da yaşlandı, hiçbir şeyi yoktu ama, mahallede değme kişilerin sahip olamadığı bir çok haklara sahipti.

                Herkesin parasız doktoru ve dert dinleyicisiydi. Dinlemeyi  ondan daha iyi bilen yoktu.

                Yeni gelinlere öğütler verir, saygılı ve sabırlı olmayı öğretirdi. Kaynanalara da sevgili, şefkatli olmayı.

                Mahallenin bütün çocuk ve gençlerini denetleme hakkına sahipti. Nerede yanlış yapan bir genç görse, ona yanlışını sabırla izah eder, fark ettirir, gözünü açardı.

                Yaramaz çocuklar ondan çekinirdi. Onların kulağını, saçını çektiği çok olmuştu; hatta popolarına iki şamar attığı da. Bu mesuliyet ve sevgi ifade eden çıkışlara ne çocuklar, ne de anneler karşı çıkardı.

                Herkesten saygı ve sevgi görürdü sevgili Akanam…

                O saygı ve sevginin parayla satın alınamayacağının canlı bir simgesiydi.

                Konu komşu sanki konuşup kararlaştırmışlar gibi, her öğün yemek götürürlerdi ona. Hayratta çamaşır yıkayanlar da sorarlardı ona, yıkanacak çamaşırı var mı diye.

                Bu akşam yemeğini bir tepsi içinde Müjgan getirmişti.

                “Etli Bamya’yı sevdiğini biliyorum Akana, afiyetle yiyesin diye getirdim.”

                Akşam yemeğine daha çok vakit vardı.

                “Nasılsın güzel Müjgan?”

                “İyiyim Akana. Bir de şu insanlar bana soru sormaktan vazgeçseler daha da iyi olacağım.

                Nereden bileyim Şemsettin’in ne zaman geleceğini, gelip gelmeyeceğini.”

                Akana da aynı fikirdeydi kasabalıyla.

                “Tabii be kızım, bu ne kadar sürecek daha, ne kadar bekleyeceksin kocanı, gençliğin gelip geçti nerdeyse onu beklemekle.”

                Müjgan hiç beklemezdi bunu Akana’dan.

                “Sen bari söyleme böyle Akana.. Sen ki ömrünü geri dönmeyeceği beklemekle geçirdin. Beni senden daha iyi anlayan olabilir mi?”

                “Doğru” dedi Akana. “gelemeyeni beklemekle geçti ömrüm.”

                Kore harbinden geri dönmemişti Halil’i. Halil’in küçüğüne almaya kalkmışlardı onu da, hayır demişti. Kararlılığını da bu harabeye çekilip yalnız başına yaşamakla ispat etmiş ve belki gelir diye hep Halil’ini beklemişti.

                Hiç konuşmadan herkes kendi gelmeyenine daldı bir müddet. Müjgan’ın sesiyle kendine geldi Akana:

                “Akana, söyle bana kim daha mutlu? Onlar kocalarına benim uzaktaki Şemsettin’ime yakın olduğum kadar yakın değiller hiçbir zaman. Şartlarını kendileri koyduğu, verirsen veririm, adlı bir oyunda kimsenin kazanamayacağı bir kumarı devam ettiriyorlar. Sevmeden, yaşadıklarını zannedip yaşamadan ölüp gidiyorlar. Ben bir köprü kurdum Şemsettin’e. Uzunluğu on iki saat, adı da sevda. Bu köprü olduğu müddetçe hiç yalnız değilim. Onu her düşündüğümde köprünün öbür ucundayım, ondayım.”

                Ses vermedi önce Akana. Sonra konuştu.

                “Onların aşkı küçük hesaplara dayanır yavrum. Onlar bu duyguyu hissedebilmek, sevdayı kendi başlarına yaşayabilmek büyüklüğünden o kadar yoksundurlar ki bu yüce kuvvet kavramı ne uslarına ne de kalplerine sığar.”

                Oturdular yan yana iki bekleyen, kalpten kalbe konuştular ağız açmadan.

                Akşam ezanıyla ayıldılar düşlerinden.

                “Anneler bekliyordur beni, yavaş yavaş gitsem iyi olur, hoşça kal Akana.”

                “Güle güle yavrum, sağlıcakla git, el aleme de aldırma pek.

                Selam söyle kaynanalarına, bamya için de teşekkürler.”

                Müjgan ayağa kalkıp, kapıya yürüdü.

                Dönüp baktı kapıdan çıkarken.

                Akana çoktan yalnızlığına dönmüştü.

                “Hala bekliyorsun benim asırlık kayam.”

devam edecek...

 

 

 

 

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap