PARALELKENAR
Bilimler
diyarından matematik, çok uzun bir
seyahate çıkmış. Yerine geçen geometri, şekillere takıyormuş. Çembere, daireye,
elipse, çokgene takılıyormuş. Ortalık karışık, kuruşuk oluyormuş. Akşam olunca
uyunuyormuş. Yan yatılıyormuş. Her uykunun sabahı oluyormuş. Uyku uzun
sürüyormuş. Uykulu uyanılıyormuş. Gardırop küreden, prizmadan, piramitten,
koniden, huniden geçilmiyormuş.
Üretildikçe
üretiliyormuş. Türetildikçe türetiliyormuş. Prizmayla, piramitle, koniyle gök
deliniyormuş. Ay’a, Güneş’e dokunmaya çalışılıyormuş. Çamur ise harç olarak
kullanılıyormuş. Ay, neyse de Güneşe dokunmak biraz zor görünüyormuş. Biraz da
kor görünüyormuş. Çünkü güneş kormuş. Hem 150 milyon kilometre uzakta
bulunuyormuş hem de iyi kor oluyormuş. Astronomi, öyle diyormuş.
Küre,
top oluyormuş. Ortalıkta yuvarlanıp duruyormuş. Jeolojinin kimyası
bozuluyormuş. Kimya, kimyasını düzeltemiyormuş. Fizik, fincana bakıyormuş. “E
eşittir, emce kare" diyormuş. Fincan geleceği okuyormuş. Biyoloji,
hipermetrop astigmat olmuş, okuyamıyormuş. Bir yerden el, parmak atılıyormuş.
Kimi yerde kelle patlatılıyormuş. Pideci küreği gibi dil uzatılıyormuş. Bazen
burun sokuluyormuş. Bu sırada silindir geliyormuş. El, parmak, kelle, dil,
burun ezmesi ünlüler kervanına katılıyormuş. Ezmeler fırına veriliyormuş.
Fırında hakık gibi oluyormuş. Genel coğrafya karışıyormuş. Tarih, nereye
koşacağını kestiremiyormuş. Mantık, kömür ocaklarıyla, mercimek tarlalarıyla
uğraşıyormuş. Felsefe hep kaytarıyormuş.
Tozlu
sayfalardan hüthüt çıkıyormuş. Karınca ve kararınca ile besleniyormuş ama sütü
kaşıkla seviyormuş. Kafası karışıyormuş. “Hüt!” sesini “Süt!” anlayıp koşarak
uçuyormuş. Umduğunu bulamıyormuş. “Gına” getiriyormuş. Bu “gına”yı tırnaklarına
yakıyormuş. Torbayı dolduramıyormuş. Dolduramadığı torbayı sosyoloji, psikoloji
dahi dolduramıyormuş. Dolu torbayı görüyormuş. Yaklaştığı torbada burnunu
tutuyormuş.
Paralelkenarın
karşılıklı kenarları koşutmuş. Ayakkabı kutusu ise bir prizmaymış. Prizmada
koşut yüzler varmış. Tabanları koşut iki daireden oluşan cisim silindirmiş.
Uzayın sınırları çok genişmiş. Astronomi biliyormuş. Uzay geometri
bilemiyormuş.
Gökte bir adalet varmış. Işının 8 dakikada geldiği gibi hemen
gelemiyormuş. İstediği zaman geliyormuş. Gelince de yolu 1 saniye bile
sürmüyormuş. “Su yükseliyormuş. Balık, karınca yiyormuş. Su çekiliyormuş.
Balığı karınca yiyormuş.” Su öyle diyormuş. Bilimler diyarında yaşam, bu minval
üzere akıp, akıp, akıp… Gidiyormuş.
Erenler
eriyormuş muradına, sizi alıyormuşuz kerevetine.
BİR
KISSA:
Mevlâna,
öğrencilerinden biriyle yürürken, yol kenarında birkaç köpeğin sarmaş dolaş
uyuduklarını görürler.
Öğrencisi:
“Güzel bir kardeşlik örneği, keşke insanlar da bundan ibret alsa” der.
Mevlâna, gülümseyerek karşılık verir: “Aralarına bir kemik atıver de gör
kardeşliklerini.”
GÜNÜN
SÖZÜ:
Derler
ki: “Köpeğin duası kabul olsa, gökten kemik yağardı.”
Yarabbi!
Beni
kemiğe muhtaç etme!
Ayakkabı
kutularına el ve yüz sürenlerden eyleme!
Âmin!