MÜJGAN (10)

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,MÜJGAN (10)
Haberin Tarihi: 16.11.2017 10:03:00 - Okunma Sayısı:1344 defa okundu.

MÜJGAN (10)

Eğirdir’de Bir Aşk Hikayesi

-10-

                Sigaradan boş kalan elini cebine götürdü. Kocaman bir kadife kutu çıkardı, açtı. İçinden Müjgan’ın gözlerini dahi kıskandıracak kocaman bir zümrüt yüzük çıkardı. Müjgan’ın parmağına taktı.

                Bu onun kendi görümlük yüzüğüydü. Rıza Efendi’den.

                Müjgan zevkten dört köşe, yüzükte kaybetmişken kendini, Güllüşah Müjgan’ın ellerini kocaman yumuşak elleri arasına aldı. Önce Fadime Ana’ya sonra Saatçi’ye bakıp:

                “Kızım Müjgan’ı oğlum Şemsettin’e nişanlıyorum. Hayırlı uğurlu bol çocuklu olsun” dedi.

                Dudağından hiç düşürmediği sigarasını söndürürken bir şeyler mırıldandı Saatçi. Küçük Hanım fırsat bu fırsat deyip, o da bir şeyler söylemek istedi.

                “Bir şey mi dedin ağabey, sesini duyamadım da…”

                Güllüşah’ın sesi bomba gibi patladı.

                “Ne duyacaktın ki?” “Evet dedi Saatçi”

                Fadime Ana kocasına baktı. Suskun ve üzgün yerinde oturmaktaydı. Saatçi, üzüntülerine gömülü, onları göstermeye bile hak bulamazdı kendinde. O anda nefret etti kocasından, onun aczinden Fadime Ana. İçinde bir şeyler devrildi, yıkıldı, gümbür gümbür ettiler. Yıkılanlar, senelerin ağırlığından kanattılar bir yerlerini, derinden…

                Bir daha hiç konuşmadı Fadime Ana, ne kızından, ne de onunla ilgili bir şeyden.

                 “Daha bitmedi, ilk yüzük bendendi, şimdi Şemsettin’inki sırada” konuşan yine Güllüşahtı.

                Diğer yüzük etrafı safirlerle kaplı kocaman bir pırlantaydı.

                Tanıdı bu yüzüğü Fadime Ana:

                Bu sevgili arkadaşı Rıza Efendi’nin ilk karısı Vesile Hatun’un yüzüğü idi.

                “Zavallı arkadaşım” diye inledi içten içten Fadime Ana, “gitti gitti, yerini bunlara bırakıp.”

                İkinci yüzüğü de öbür elinin yüzük parmağına geçirdi Müjgan’ın. Sonra Müjgan’ı alnından öpüp yanında yer açtı.

                “Bundan böyle senin yerin hep benim yanım, otur kızım.”

                Müjgan tekrar elini öptü kayınvalidesinin ve istenileni yaptı.

                “Haydi getirin yiyecekleri, içecekleri, kutlayalım bu günü değerince.”

                Yenildi, içildi, hediyeler takdim edildi.

                Karanlıkla birlikte de evlerine döndü herkes.

                Misafirleri uğurladıktan sonra Müjgan tekrar nişan odasına döndü.

                Oda karanlıktı. Odada Saatçi yalnızdı. Sigarası elinde, dimdik ayakta durmaktaydı. Müjgan babasının yüzünü karanlıkta tam seçemese de onun yüzünde memnun mutlu bir ifade bulmakta zorluk çekti.

                “Neden babamın yüzü bu kadar durgun?                            Benim mutluluğum için sevinmek bu kadar zor mu onun için?” soru soran gözleri babasınınkileri aradı.

                Saatçi, Müjgan’ın girdiğinin farkındaydı. Başını çevirmeden göz ucuyla o da kızını gözledi. Biricik kızını.

                Arkaya tarayıp babasının yıllar önce kendisine hediye ettiği fil dişi tarakla tutturmasına rağmen her tarafa dağılan kızıl saçları, gür, uzun siyah kirpikleri, güneşte yeşerip zümrüt renkli bir öbek çim gibi koca yeşil gözleri, ince zarif yüzüne tam yakışan hafif kalkık burnuyla, sevgisini hiç açıkça gösteremediği biricik kızının farkındaydı o da.

                “Keşke seni ne çok sevdiğimi, senin verdiğin bu yanlış karara bile bu yüzden karşı çıkamadığımı anlatabilseydim bebeğim” diye düşündü içi yana yana.”

                Sonra tekrar bir çaba gösterdi Saatçi, fikrini, düşündüğünü söylemek için.

                Kesin bir sesle:

                “Gel otur da konuşalım beraber biraz kızım” dedi.

Babasının bu kararlı sesinden biraz irkildi Müjgan.

                Gidip babasının yanına oturmaktan ziyade ilişti sedire, koca gözlerini kaldırıp sorarcasına baktı babasına.

                Bu gözler ışıl ışıldı mutluluktan.

                Saatçi vazgeçti konuşmaktan, gölge düşürmek istemedi bu bakışlara; caydı söylemek istediklerinden.

                “Müjgan, sen istedin, isteğin oldu. Hayırlı olur inşallah, mutlu olursun” dedi.

                Odadan çıkmaya davranırken birden döndü, kendini babasının kollarına attı. Saatçi de biricik kızına sıkı sıkı sarıldı, hiç bırakmaya niyeti yokmuşçasına, şefkatle, sevgiyle kollarında tuttu onu… Bir müddet böyle kaldılar. Sonra yaşlı kollar gevşedi. Müjgan kıpırdandı, kurtuldu kollardan, kapıya yöneldi. Çıkarken babasına tekrar baktı. Saatçi’nin gözlerinden yaşlar akmaktaydı. Babasını sevinçten ağlıyor zannetti. Müjgan. Memnun, mutlu odadan çıktı.

                Bahçeye inen merdivenlerin başına geldiğinde, annesinin hala mutfakta olduğunu gördü. Hava iyiden iyiye kararmıştı. Merdivenleri yarıladığında koca kapının çalındığını duydu. Müjgan kapıyı açmak için koşmak isterken annesinin sesi onu durdurdu.

                “Dur” dedi. “Bu sefer kapıyı benim açmam lazım.”

                Yaşlı yorgun adımlarla merdivenleri çıktı. Kapı bir daha vuruldu. Nihayet açtı kapıyı Fadime Ana. Zaten gelenin de kim olabileceğini bilmekteydi. Gelen, oğlan evinden bir halayıktı. Gelin evinden giden şerbet sürahisini geri getirmişti.

                İçinde nadide çikolatalar, badem şekerleri vardı. Hepsi Şemsettin tarafından İstanbul’dan getirttirilmişti.

                Annesini takip eden Müjgan, sürahiyi gördü ve kaparcasına aldı halayığın elinden. Annesine bir tane bile  vermeden koşar adımlarla merdivenleri indi, odasına girdi.

                Sürahiyi kucakladı, kalbine bastırdı, Şemsettin’den geldi diye.

                Uzun müddet, sürahi koynunda, göle vuran mehtabı seyretti hayallerini emanet etti onlara.

devam edecek

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap