MUSTAFA HOBANOĞLU -15-

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,MUSTAFA HOBANOĞLU -15-
Haberin Tarihi: 21.5.2013 11:09:00 - Okunma Sayısı:4390 defa okundu.

İlhan Şimşek yazdı...

MUSTAFA HOBANOĞLU -15-

 

HAS SU ÜRÜNLERİ TİCARET VE SANAYİ A.Ş.

 

-15-

 

KEREVİTLERİ SARAN HASTALIK: MANTAR

 

Beğenilmeyen mallar geri geliyor ve daha kötüsü sizden alış verişi sekteye uğratıyorlar veya kesiyorlar. O zaman da mal elinizde kalınca zarar hanesi oluşuyor. Türkiye’de yapılan damak kontrollerinin dışında bir de Avrupalı kendisi damak kontrolü yapıyor. Bütün iş onların denetimlerinde…

            Mustafa Bey, devam etti: “ Bizi konserveleri analiz ettikleri bir laboratuara götürdüler. Sekiz-on genç kız oturmuş konservelerin tadına bakıyorlar. Başlarında da bir profesör var. Biz analiz denilince karşımıza bir makine çıkacak sandık!.. Ortada makine falan yok! Canlı canlı genç kızlar… Önlerinde şifrelenmiş konserve kerevit kutuları. Açıyorlar ve bir parçayı ağızlarına atıyorlar. Başlıyor çiğnemeye!.. Çiğnedikten sonra yutmayıp tükürüyorlar!... Önündeki kağıda değerlendirmelerini yazıyor ve diğer kutuya geçiyorlar. Bu kızlar öyle yetiştirilmişler ki İsveç damak zevkinin ustası olmuşlar.  Türkiye’den, bizden giden kerevit konserveleri hiç geri çevrilmemiş.

            Fakat Sayın Hocam, analiz sırasında şaşma noktasında dikkatimi bir şey çekti. Baktım bu genç kızların hepsi de özürlü. Kiminin bir kolu, kiminin bir eli, kiminin parmakları, kiminin bir ayağı yok!.. Analiz odasından çıktıktan sonra sordum bu nasıl iş diye? Bize anlatılan daha da şaşırtıcıydı. İsveç’te 1960’lı yıllarda doğum kontrol hapı kullanılmış. Sonuçta böyle çocuklar dünyaya gelmiş. Hepsi de aynı yaştaydılar. Hatta öyle kötüleri varmış ki gene de bu çocuklar diğerlerine göre çok şanslıymışlar!..”

            Mustafa Bey’in bundan sonraki anlattıkları da çok ilginçti. İlginç olmanın ötesinde şaşırtıcıydı. En azından bizim bildiklerimizden çok farklıydı. Bilindiği gibi 1986’da Eğirdir gölündeki kerevitlerle ilgili bir sorunla karşılaşıldı: Mantar… Kerevitler mantar hastalığına yakalanmışlardı ve üretim sıfıra düşmüştü. Olanı da toplamaya değmezdi. Bu konuda o kadar çok şey yazılıp söylendi ki bunların hiçbirini kerevitler duymadı!.. Çünkü artık gölde kerevit yoktu!.. Herkes birbirini suçlamaya ve kerevit veriminin düşmesine neden olan suçlu aranmaya başlandı. Kimi, devlet gereken önemi vermedi; kimi, Eğirdir Su Ürünleri Fakültesi üzerine düşeni yerine getirmedi; kimi, balık avlamak için göle salınan ağlardaki kurşun gölde eridi ve kerevite zarar verdi; kimi, kerevit avlamak için av sepetlerine konan ekmekler o kadar çoktu ki bunlar gölün tabanını kapattı ve kerevitin yaşam alanını daraltı; kimi, yabancılar geldi, göle hastalık bulaştırdı, diyerek değişik bahaneler üretildi. Fakat Hobanoğlu’nun anlattığına göre durum hiç de öyle değil. Söylenenleri değerlendirmek okuyucuya ait. Ben yalnızca iletiyorum.

            “Sayın Hocam, analiz odasından çıktıktan sonra bize öncülük eden profesörün anlattıklarına hem şaşırdık hem bıyık altından güldük!.. Şaşırdık çünkü anlattıkları ipe sapa gelmez şeylerdi. Bir profesör bunları nasıl söyler, dedik. Bıyık altından güldük, olmayacak rüyanın peşinden koşmak gibi bir durum ortaya konmuştu!.. Biliyorduk ki gölden yıllardır, her yıl olmak üzere, günlük otuz veya kırk; yıllık üç bin tona yakın kerevit elde edilirdi. Biz balıkçılık işine başladığımız 1970’ten bu tarafa kerevit sıkıntısı hiç çekmedik. Gezimiz sırasındaki 1981 yılında da kerevit üretimi tonlarcaydı.

            Profesöre göre kerevit üretilen sulak alanlarda, özellikle göllerde kerevit ömrü on sekiz yıl olurmuş. On sekiz yıl sonra bir hastalık gelir o bölgedeki kereviti kırar geçirirmiş. O kırımın üzerinden yirmi yıl geçmeden o bölgede kerevit görülmezmiş.

            İşte biz bu konuşmaya hem şaşırdık hem bıyık altından güldük!.. Türkiye’ye döndük. Döndük ama bizde uyku kaçtı!.. Çünkü profesör kulağımıza kar suyu kaçırmıştı!.. Tedirgin olmaya başladı! Çünkü gölde kerevit avcılığı 1968’de başlamıştı ve on sekiz yıl sonrası 1986’ ya denk geliyordu. Biz de 1981 yılı içindeydik. Bu duruma göre beş sene kalmıştı. Durumu herkese anlatıyoruz ama kimse bize inanmıyor!.. Aslında bize değil de profesöre…”                                                        

   devam edecek

 

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap