Karçınzâde'nin Üçüncü Kitapçığı

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,Karçınzâde'nin  Üçüncü Kitapçığı
Haberin Tarihi: 30.11.2015 14:22:00 - Okunma Sayısı:2905 defa okundu.

Karçınzâde’nin  Üçüncü Kitapçığı

 

Ömrünün 60 yılını Karçınzâde’ye hasreden

muhterem Salih Şapçı Beyefendi’ye

B. Mustafa ŞAHİN

 

-1-

            Karçınzâde adını herhalde 40 yıl önce duymuştum; ya hasretle, minnetle andığım -ışıklar içinde olsun- hocam O. Ş.Gökyay’ın ya da nitelemelerini pek de çelebice bulmadığım A.H.  Çelebi’nin Seyehatü’l-Kübra’yı tanıtan yazılarından veya Z. F. Fındıkoğlu ile İ. H. Uzunçarşılı’nın yazdıklarından. Hafızam yanıltmıyorsa, rahmetli S. S. Yiğitbaşı’nın kitabını bundan sonra Eğirdir Lisesi’nden temin etmiş ve ilgili bölümü okumuştum. İkinci bir Evliya Çelebi Eğirdir’den çıkmıştı. Büyük Seyehat’i Evliya’nın bize ilettiklerinin daha bilimsel, çağcıl bir versiyonuydu.

            Öyle de, niçin vatanından yani Eğirdir ve Isparta’dan ilgilenen çıkmıyordu? Yıllar önce teessüfümü de belirtmiştim. Bilmediğim bir nokta vardı, o da değerli büyüğüm Salih Şapçı’nın yerel gazetelerde yıllardır yazdıkları bir yana, çevirdiği Büyük Seyahat’ı, Eğirdir Belediyesi yayımlayınca (2005) aydınlandı. Meğer sahip çıkılmış, dikkat çekilmiş; geç de olsa öğrendim. Bu yayın olmasaydı, S. Şapcı Bey’i tanıma onuruna erişemeyecektim belki de. O tarihten sonra zaman zaman kendilerini ziyaret ettim.

            Aşağıda çevirisi verilecek kitapçıkla ilgili serüvene dikkat çekmek isterim: Karçınzâde’yle 22 yıl önce bir parça ilgilenebilmiş, bir tesadüf eseri gördüğüm iki kitapçığını, peşinden büyük seyahatinde de yer verdiği, yurtdışına kaçan Jön Türklerle ilgili bölümlerden birazını yayınlatabilmiş(1993), hakkında, o güne değin yazılanları da göstermiştim, dipnotlarda ve üçüncü kitapçığının peşine düşmüştüm. Bilgi kaynağım -ışıklarda yatsın- Seyfeddin Özege’nin kataloğuydu ve İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’nde olduğuna işaret ediyordu. Gittim, başvurdum, kitapçık geldi, ne ki mikrofilm cihazı çalışmıyor, fotokopi verilmiyordu. Eski deyimle istinsah edip bilahare temize çektim. Görseli olmasa da kütüphane kayıt no.sunu vererek, 6-7 Mayıs 1998’de SDÜ bünyesinde yapılan Isparta’nın Dünü Bugünü Yarını Sempozyumu II’de sunmayı düşündüm; olmadı çünkü akademisyen, yazar-araştırmacı değildim. Özcesi bir fikrim yoktu, bir sıfata sahip değildim.

            Araya, tekrarı dilenmeyecek Marmara Depremi girdi. Kütüphanenin olduğu bina uzun zaman kapalı kaldı, kaç kez gittimse de açık bulamadım ta ki 2015 sonuna doğru güç hal sidisini aldık; Karçınzâde’nin bilinen son kitapçığının metnini, daktilo edilmiş halini 17 yıl uyuduğu yerden çıkarıp gazete sütunlarına taşıyoruz.

            Seyahatnamesinde kısaca, arşivdeki evrakta daha ayrıntılandırarak ‘Türk dilinin aslını araştırıp Arapça, Farsça sözcükleri asla karıştırmayarak vücuda getirdiği ve baskısı bitmek üzere’ olan Kılavuz adlı bir çalışmasından bahsediyorsa da ya basımı tamamlanamadı, Petersburg’da kaldı veya basıldı yurtiçine gelemedi; gerçi basımı bitmiş olsaydı mutlaka bir yerden çıkardı ortaya.

Karçınzâde ve büyük eseriyle ilgimi kesmemeye çalıştım. Seyahatın tıpkı çekimini, yakın zamanlara kadar kendi ve kitabı hakkında yazılanların çoğaltmasını yaptırıp çeşitli kişi ve kurumlara dağıttım. Yapılanları yeterli görmüyor, yeni yeni çalışmalar bekliyordum. Bu on kadar yerden, bir yazarımız yerel bir gazetede bahsetti hatta tıpkıçekimi matbu nüsha olarak tavsif etti (gerçekten tıpkıçekim, aslından daha iyiydi, renkli kapaklar da yaptırmıştım), üniversitelerin ilgili bölümlerinin dikkatini çekti; bir öğretim üyemiz de bütün bu dağıtılanlardan hiç söz etmeden salt iki kitapçığın yayınını zikredip gerisini adeta kendisine mal etti.

İlgi Doç. Dr. Hasan Mert’le devam etti; bu çalışma Tarih Kurumu Yayınları arasından çıktı (2013). Bildiğim kadarıyla seyahatnamenin birçok bölümünü SDÜ İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi hemşehrim Prof. Dr. İ. H. Göksoy ilgili ülkelerde bildiri olarak sundu. Aslında yıllar önce Seyahatü’l-Kübra’nın büyük bölümünü çevirmiş, yarım bırakmıştım. Nedenini de Jön Türklerle ilgili bölümü yayınlatırken ifade etmiştim; tarihçi, coğrafyacı, dilci, etnolog  vs. olmak gerekiyordu. Anadolu’nun dışında Avrupa, Afrika, Asya’nın çeşitli yönleri sergileniyordu. Hasılı, üstesinden gelememiştim.

Bu küçük kitapçıkla, Karçınzâde’nin basılı ve bilinen yayınları yeni harflere aktarılmış olacak. Geç de olsa birçok yazara nasip olmayan ilginin birazını görecek. Yeterli mi denirse, bana göre değil. Başta Seyahatü’l-Kübra olmak üzre yazdıklarının tamamı yeniden değerlendirilmeli, çeşitli yönleriyle yorumlanmalı, yeni yeni çalışmalar yapılmalı. Karçınzâde bunu hak ediyor. Bu uğurda katkılarını esirgemeyen, teknoloji cahilliğime katlanıp dizgi işini üstlenen SDÜ Coğrafya Anabilim Dalı Yüksek Lisans öğrencisi Mehmet Şirin YELSİZ ve MAKÜ Coğrafya Anabilim Dalı Yüksek Lisans öğrencisi Eyyüp KAN’a, düzeltmeleri yapan Sosyolog Mustafa ÇETİNKAYA’ya ne denli teşekkür etsem azdır.

Baskısı bilinen son kitapçığını vatanında, ana vatanında, doğum yerinde, toprağında özellikle Eğirdirli okuruyla buluşturma ümidimizdir bizi bu çabaya yönelten. Burada da önce izlediğimiz yolu yineledik, diline, yazımına dokunmadık, olduğu gibi vermeye çalıştık. Dilerim ilerde bu üç kitapçık bir arada aynen ya da sadeleştirilerek yayımlanır; Karçınzâde’nin yorgun ruhu birazcık huzur bulur. Gördüğümüz o dur ki ‘’firar’’ından önce memuriyette çektikleri yetmiyormuş gibi, Petersburg’dan Dersaadet’e gelmesiyle daha büyük acılarla buluşmuş, ‘’kaçış’’ından beri yapılan yazışmalar daha da artmış, devair-i devlette yakasını bırakmayan bir klik galiba gemi azıya almış veya yazdıkları - İstanbul’da basılan üç kitapçık dahil- birilerinin bir yerlerin hoşuna gitmemiş, İttihatçıları kızdırmış. Onun için diyoruz ki, hiç olmazsa Tarih Kurumu Yayını, aslıyla baştan sona karşılaştırılarak varsa eksiklikleri kusurları giderilsin, hakkında tezler yapılsın, yorumlar, değerlendirmeler üretilsin. Nedense bunu hâlâ Eğirdirlilerden bekliyoruz.

 

[1] Umduğumuz Olacak mı? Bu Gidişle Allah İnandırsın!!!...

                  Muharriri Süleyman Şükrü

                  Mahal-i füruhtu: Zaman Kütüphanesi

                  Babıali Caddesinde numara 38

 

[3] Umduğumuz Olacak mı? (Allah İnandırsın!!...)

Yırtıcı zalimlerden kurtulduk deyu sevinmekde iken suratı kışır(kaşar)laşmış saygısızlar eline düştük, her ne söylense utanmıyorlar.* Acaba ne olacağız? hasbihalini bu âtıllar kârını bırakıb da ne olmak istiyor isek onu yapmaya, yaptırmaya hâlâ başlayamadık!!

Ne idik ma’lum, ne olduk meydanda iken ne olacağız merakı vâhi, ne yapacağımızı düşünmek lâzımdır.

 

[4] Umduğumuz olacak mı? Yoksa ömür törpüsü idare bildiğinde kalacak mı? sualine ne hacet.

Şimdiye değin gördüğümüz, görebileceğimiz iş geleceğe misal, görüleceğe mir’attır.

Salah-ı hale azim, ciddiyete sâlik isek evvela yapacağımız bilinmeli, yaptıracağımız yapabileceklere acilen verilmelidir ki ne yapıldığı ve ne yaptırılabildiği görülsün de ne olacağımız kıyasen kestirilsin.

Kâşif-i âti ancak ibret-i mazi ile yoluna konulan haldir ki buna nâzım-ı istikbal dahi denir.

İştihası sükunet bulmaz mazinin dolmaz midesine yuvarlanmak için sahne-i hale dökülmekde müdavim seylabe-i ati arasında sürüklenegelen vekayi-i dühûru vukuundan akdem anlamak isteyenlere ef’al-i hazıralarından başka mir’at-ı istikbal olamaz.

Şeceat-ı askeriyemizin keskin kılıncları sayesinde beş ay akdem1 kazandığımız hürriyeti su-i [5] istimalden başka hayra dâl ne ef’alde bulunduk ki necat bekliyoruz!!...

Tepesi aşağı devrilen devr-i istibdadın olanca şiddetiyle devamı şeameti ‘’nemelazım’’ hamiyetsizliğini millete tabiat-ı saniye yaptığı için icraatta görülen yolsuzluklara, rehavetlere karşı eskeriyet el’an susmakta; canımıza tak diyen rezaletlerin zevali uzadıkça ızrar ve ekdârımız artmaktadır.

 

Ey muhibban-ı vatan:

Şu asr-ı medeniyetin vasıl olduğu kemalata çesban bir surette müdavele-i efkar ve muhaveratta bulunacaklarını kaviyyen ümit ettiğimiz mebuslarımız meyanında ‘’yaşasun düyun-ı umumiye’’ sözü nereye varacağını düşünemeyecek derecede kasirü’l-idrak kesânın vücudu işidildi.

Terakki taraftaranını telaşa düşüren bu suzinak sözün değersiz sarifleri uhdesine mevdu bulunmasından istidlal olunduğu üzre göya çığır-ı cedide dahil efkâr-ı siyasiyemizi iskandil kasdıyla Bulgariye Millet Meclisi’nden mersûl tebrik[6] telgrafı ‘’iki komşu arasında’’ tabir-i hodseranesini hâki iken bila-teemmül alkışta bulunmak gibi ehemmiyeti derkâr  mevki’lerine yakışmaz calib-i dikkat gaflet ise umumunda görüldü.

Fekk-i irtibata kalkışan bir emaretin muhabbetsiz kalbine tercüman ve tetkiki elzem bu soğuk tebrikde ‘’tabi ile metbu meyanesinde’’ ibaresi münderic bulunmadığı için hakk-ı sarihimizi siyaneten değerine göre kabul hiçbirisinin hatırına gelmedi. 

Şimdiye değin yaptıkları celseler ‘’tek çift, çift tek’’ usulünce icra kılınan bölük yoklaması gibi ‘’la; neam, evet; hayır’’lar ve Alman talimini takliden el kaldırıp indirmeler ve her okunan evrak-ı tebrikiyeyi keennehü takdiran horozcasına çırpınmaklar ile geçirildi.

Evvelce güç bela ele geçirebildiği şehri 7 buçuk napolêon ile Paris gibi yerde geçinmeye alışkın iken şimdi 250 lira maaşı az görerek zavallı milletten 10 bin lira kıymetinde dayalı döşeli bir de hane talebine kalkışan [7] ve mücerred cerr-i menafiine hâdim Ahmed Rıza’yı reis2 intihabında aldanmalarına ne diyelim?

Muhassasat-ı yevmiyelerinden beşer dirhem buğday artırmakla aldığı bir gümüş halkayı hareminin parmağından çıkarıp hazine-i millete iade eder iken beytülmal memuruna hitaben ‘’ta’yinâtımızı fi ma’bad beş dirhem eksik gönderiniz zira fazlalığı anlaşıldı!’’ emrini veren Ömer ve İbn Abdülaziz gibi kanaatkâr halifeler, def’i cû’ edecek kadar bir muhassasat ile hizmet-i milleti ifâdan çekinmeyen o devre mahsus hamiyet-i mücesseme tokgözlü memurlar nerede kaldılar?

Mücerred milleti tatyib için kendilerini Yıldız Sarayı’na davet buyuran padişahın huzurunda saatlerce kaldıkları zaman3 Bulgaristan ile Rumeli-i Şarki, Bosna Hersek ve Girid mes’elelerine dair esrar-ı siyasiye ne idüğünü ve bunlara mümasil daha nice mesail-i mühimmeyi  anlayacakları, istizahatta  bulunacakları yerde, dest-i hümayunu öpmek, hevai sözler sarf etmek misillü etfalfiribâne [8] muamelelere kalkışarak, hünkarı hayrette, milleti hacalette bıraktılar.

Adeta muhalif, mevkie gayrı münasib bulunmasına mebni âdaba mugayir görülen çocuklar kâri şu el öpmek kabalığına, kafa şişiren beyhude yorgunluğa a’dâ gülmekten katılıyor.

İlan-ı hürriyetten itibaren sütunlarca sitayişlerine her gün mazhar olageldiğimiz matbuat-ı ecnebiye şimdi tahvil-i lisan ile bizi ‘’adam intihabından aciz beceriksiz, basiretsiz millet’’ deyu rüsvay-ı âlem etmektedir.

Umur-ı ıbâdı dakikasınca rü’yet ve bir saniye icra-yı adalet, seksen sene ibadetten  efdal olduğu ahkâm-ı hikemiye-i diniyeden iken bu ciheti de mühimsemeyerek bayram haftasını mangal tahtası başında âtılane geçirmek için meclis-i meşvereti günlerce tatil eden mebusan-ı kiram ba’de’l-iyd görelim ne kerametler gösterecekler.

33 senedir derya-yı cehle çevrilerek tazyik-i mezalim ile hazinane çalkanan Osmanlıların [9] şu halet-i intibah ve sükunete nailiyetlerinde seçtikleri adamlar, eski bulanıklığın tabaka-i süflaya çöken tortusundan ibaret imiş dedirmeseler çok iyi olur.

 

Ey vükela-yı millet:

33 senedir dayaklar altında ezilen biçare halkın hukuku daha ne vakte kadar ayaklar altında kalacak?

Mülk ve milleti berbat eden herifler hâlâ isticvab olunmadı.

Telgraf nâzır-ı sabıkı Hüseyin Hasib hayasızı gibi beytülmalden 145 bin lira çalan (4) bir hain-i leim 14 bin guruş maaşla tekaüd ediliyor, hazine-i millet böyle şeytanlara lokma yapılıyor da hiç ses çıkarmıyorsunuz.5

Umur-ı idareyi telvis eden eşeklere, hazineyi soyan hırsızlara, vatan düşmanı alçaklara yapılacak ceza-yı sezâ devr-i sabık usulünce yine aksü’l-amel mükafat mı olacak?

Sahipsizlik yüzünden perişan millet, avdet-i [10] istibdadı ihtardan başka bir mana verilemeyen şu halleri gördükçe hırsından vatanı gibi parçalanıyor!!!...

Bizi mes’ud edemeyen kanunlar hâlâ tashih ve telhis olunmadı.

Muhtelislerden henüz hesab sorulmadı.

İradı masraf daha yoluna koyulmadı.

Bibehre zalimler re’s-i kârdan el’an kovulmadı.

Verginin adilane tarh ve tevziine bir karar-ı kat’i verilmedi.

Umur-ı dahiliye ve hariciyemizi anlamak için vükelayı isticvaba yanaştığımız yoktur.

Mesai-i masrufenizden me‘mul netice-i hasene hadd-i marufundan ziyade beklenildiği halde henüz görülmediği cihetle faaliyet-i vakıa rü’yet mi rüya mı bir türlü anlaşılamadığı için matbuat-ı cihan başımıza musibet dellalı kesildi.

Herkes hayret ve halecan içindedir. Selamet-i vatana ait, saadet-i umumiyeye müteallık ruh-ı mesailin tetkik ve tehiyyesine arzumuz vechle [11] girişmediğimizden ecanibe karşı hacalet çekiyoruz.

Ne umduk, ne bulduk diye me’yusane çığrışan ciğeri kebab mazlum millet vicdanınıza iltica ediyor.

Senelerce alevriz-i zulm ile yangın yerine dönen bedbaht vatan, sadakatı daima hakaretle karşılanmış bu tali’siz millet sizden necatı bekliyor.

Hüsniniyetinizden ümidimizi kesemeyiz.

Fakat elzemi bırakıp lâzım ile uğraşmanız, hukukumuzu istihsalde ağır davranışınız bizi düşündürüyor.

Fırsat fevt olur havfındayız.

Zira 93 Meclisi’nin bataeti gözümüzü korkuttu

Ümidimiz boşa çıktı’’ deyu 30 sene dövündük.

Sinemiz yaralı, yüreğimiz berelidir. Tahammülü müşkil bunca cevrü cefa çekerek ifna-yı ömür ettik.

Uğratıldığımız fuzuli felaketler, geçirdiğimiz [12] tehlikeler, gördüğümüz eza ve azab, zebanileri bile rikkate getirir.

Cihan bize cehennem kesilmiş, hükümet merhametsiz bir zebani olmuş idi.

Şu rezaletleri tekrar görmekten ise istikrar-ı adalet için uğraşarak ölmeyi azmettik.

Bu defa da ne aradık, ne bulduk sözüyle miskinane inzivaya çekilemeyiz. İstidadımız başkalaşdı.

İstediğimizi yaptırmak için ölümden hiçbir vakit kaçmayacağız.

Mevt bizi görünce el-hazer ile güzar edecektir.

Me’yuslarda can korkusu, yaralı arslanda tehlike saygusu kalmaz.

Hürriyet namına kurban vermeye alıştık.

Kurban olmaya da bî-perva hazırız.

Selamet-i mülk ve millet uğrunda hayatı istihfaf haslet-i mümtazemizdir.

‘’Küllüküm râin ve küllüküm mes’ulün’’6 emri elinde olan efrad-ı millet sükutı ihtiyarda ma’zur, [13] söylemeye dinen memur harekât-ı hükümeti dikkate mecburdur.

Padişahlarımız meşverete müştak, millet müşavirliğe müstehak, her ferd meclis-i Şûra’da bulunmaya elyak, kaffe-i rical uyanık oldukları zamanlar şevketlu hükümdarlarımız bizi el üstünde tutar, biz de o zevat-ı melaiksıfatı tahtgâh ittihaz edindikleri kalbimizde taşır idik.

Görülen adalet, gösterilen sadakat, tarafeynde mevcud şu samimi muhabbet sayesinde husule gelen devr-i azamet ve istilamızda cihanı titrettik.

Padişahımızın elini öpmeyi az görerek kemal-i iclal ile bend bigi atının özengileri, muarızlığa yeltenmeleri hasebiyle kafalarını kırdığımız krallara öptürür idik.

Kahraman milletini maiyetine alarak farz-ı cihadı, farziyet kesb ettiği, icabat-ı şer’iye yüz gösterdiği yani haysiyet ve vekârımızı muhafaza lazım geldiği için kâhirane edaya çıktığı zamanlar [14] teberrüken omuzumuzda taşıdığımız tahtırevan-ı iclalına nice hükümdar ağlayarak yüz süregeldiği cihetle şevket ve satveti akıllara hayret veren Kanuni Sultan Süleyman Han gaferarrahman hazretlerinin Salankamen Sahrası’nda karşısına çıkan Avrupa kuva-yı umumiyesini üç buçuk saatte tarumar edişi, kudreti nispetinde kadr-dân o padişah-ı hikmetpenahın bir Yeniçeri neferiyle bile meşveret7 yapması neticesi değil mi?

 

Ey necib millet:

Merdliği, mefahiri ta’dad ile tükenmez değerli ecdadımızın hûn-ı feyzi urukumuzda reyyan olduğunu göstermek için İslâmiyete, insaniyete, Osmanlılığa yakışan ilim ve irfan ve kemalât-ı medeniye ile tezyin-ı zâtu sıfat etmeye eskisinden ziyade çalışacak zamandayız.

Ezhercihet serefrâzân-ı millet olmak için necabetimize, hikmet-i hükümete yakışan ıslahatı icra ve ifada sür’at ve maharet gösterelim.

Bilcümle vatandaşlarımızı ağuş-ı adaletimize [15] çekerek Osmanlılık nam-ı celili ile müftehir ve siyyanen mes’ud yaşadığımızı âleme irae ve ifham için ‘’ey Avrupalılar: 600 senedir hûn deryasında çalkalanarak kazandığımız şeref-i hâkimiyet ve mümtazıyete bila tefrik-i cins ü mezheb bütün tebaamızı da müşarik ve kendimize müsavi tuttuk.

Siz Afrika, Asya ve Avustralya kıt’alarında edindiğiniz müstemlekeler halkı hakkında bu lütfu ne vakit yapacaksınız? Taht-ı tahakkümünüze aldığınız bu biçareler kendi unsurunuza mahsus kanun ile idareden ne için mahrum bırakılıyor?

Müstemleke kanunu diye ayrıca ortaya koyduğunuz merhamete, insaniyete, medeniyete muhalif akvam-ı zalimeyi üzerlerinden ne zaman kaldıracaksınız?

Afrika’nın kısm-ı azamında, Hindistan’da Hind-i Çini’de, Java’da ve Bahr-i Okyanus’un kaffe-i cezairinde mutavattın hemcinslerinize behaim nazarıyla bakmak gibi muhakkirane muameleleriniz daha devam edecek mi?

Mallarıyla mülk ve milletinizi memur ve ihya ettiğiniz milyonlarca Hindilerden, Javalılardan, [16] Afrikalılardan menasıb-ı âliyede bir memur, paytahtınızda bir rical görülemiyor.

Mücerred ağzınızda dolaşan adalet, müsavat bu mudur? Sanayi-i medeniyeye masruf hidemat-ı mebrurenize medyun-ı şükran Şarklıların vicdanlarını, riayet-i hukuk-ı milelde gösterdiğiniz şu garaib etvar beni ihtiyar ağladıyor!!‘’ diyerek şeref-i beni beşer saadet-i hürriyeti herkese kazandırmakta pişva-yı ümmet, muallem-i adalet, hami-i hukuk-ı insaniyet, merkez-i medeniyet, nâşir-i envar-ı fazilet olmaya sa’y edelim.

Mürüvvetçe de mertdlikleri nisbette ferd yaratılan şerefli ecdadımıza hayrülhalef olduğumuzu ancak insaniyete hizmet ile gösterebiliriz.

Yâd-ı mefahir-i maziye ile beynelmilel mümtaz yaşamak payesi tarik-i tealiye tevessül ile mukaddes mülkümüze malikiyet istihkakı ise fatihlerin ahlâk ve etvârına varisiyetle kazanılacağını unutmayalım. 8  

Karçınzâde

Süleyman Şükrü

 

 

*Bu söz Telgraf Nazır-ı sabıkı Hüseyin Hasib ahmakı gibi umur-ı idareyi senelerce telvis eden devr-i istibdad katırlarını taşkın maaşlarla tekaüde müsaraat gösteren hazine-i millet hedimi hamiyetsizlere aiddir.

[Hüseyin Hasib’in nâzırlığı 3 Teşrinisani 1311-20 Temmuz 1324/1895-1908, vefatı 1328/1912.-M.Ş.]

1 Bu ifade Aralık 1908’e tekabül ediyor: 10/23 Temmuz 1324/1908. (-notlar tarafımızdan eklendi)

2  Meclis’in açılışı (4.12.1324/17.12 1908 Perşembe)

3 Üzerinde bir hayli durulan bu ziyafet hakkında şu yazılara bakılabilir: Necdet Kurdakul, ‘’ll. Meşrutiyet’in ilanından sonra ziyafet olayı’’, Tarih ve Toplum, sayı 15, Mart 1985, s. 41-43; Mustafa Şahin, ‘’Ziyafet-i seniyyenin farklı yorumu’’, agd. Sayı 111, Mayıs 1992, s. 59-60; Ahmed Mazhar, Padişah ve mebuslar yahut bu gidiş,fena bir gidiş değildir, (çev. Mustafa Şahin), agd.,sayı 102, Haziran 1992, s.62-64; Ahmet Cevat Emre, İki Neslin Tarihi, İstanbul 1960,128-29; [Feridun] Kandemir, ‘’II. Abdülhamid’in son ziyafeti’’, Hafta,13 Şubat 1935 ‘’31 kânunuevvel 1908 perşembe  gecesi Osmanlı Parlamentosu için kara ayıpla dolu bir gecedir. Osmanlı milleti bu gecenin hesabını meb’uslardan sormak için ne bekledi, niçin tereddüt etti bilmiyorum!’’(s.5) diyor Kandemir. Karçınzâde soruyor işte!

4  Süleyman Şükrü, bu olayı uzun uzun anlatıyor ki ayrı bir yazı konusudur ve Hüseyin Hasib hiç de dini bütün biri değildir.

5 Mesela, Bahriye Nazır-ı esbakı Hasan Rami Efendi’nin [bir zamanlar Harami Paşa] 7.500 guruş maaşla icra-yı tekaüdü Bâbıâli’den istizan edilmiştir. (Tanin, no. 530, 10.2.1325/23.2.1910 Çarşamba, s.4

6  ‘’Hepiniz çoban ve mes’ulsünüz.’’

7  Meşveret, neredeyse bütün ıslahat layihalarında, üzerinde önemle durulan bir husustur.

8  Süleyman Şükrü’nün bu risalesinin İstanbul’da [belki diğer iki risalesinin basıldığı matbaada], 1908 sonu ya da 1909 başlarında basıldığı çıkarsanabilir.

Karçınzâde hem Seyahatü’l-Kübra’da hem burada Salankamen’den bahsedip Kanuni’yi övse de önünü sonunu yazmıyor. Salankamen Sirem Sancağı’nda bir kale, 1521 Belgrad Seferi’nde fethedildi, 26 Ağustos 1596’da burada harp meclisi toplandı. Bir başka Ağustosta, 19.8.1691’de Avusturyalıların top ateşine hedef olup binlerce şehit verildi, sefere götürülenler top ateşine hazır değildi, eğitimleri yoktu, savaş hezimetle bitti (İ.H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c.l, İstanbul 1971,520,c.3, İstanbul 1972,166,472).

 

 

   

 

   

 

 

 

 

       

                                                       

 

 

 

 

 

 

    

 

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap