“EĞİRDİR’E DAİR” KİTABIN KRİTİĞİ… (4. Bölüm)

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,“EĞİRDİR’E DAİR” KİTABIN KRİTİĞİ… (4. Bölüm)
Haberin Tarihi: 27.1.2022 16:43:06 - Okunma Sayısı:3675 defa okundu.

Zeki Tarhan Yazdı

“EĞİRDİR’E DAİR” KİTABIN KRİTİĞİ…

                           Zeki TARHAN – ANKARA

                                                            Dördüncü bölüm

            Yazı dizimizin okumakta olduğunuz 4. Bölümünde, SDÜ / Fen Edebiyat  Fakültesi / Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. Gül Hanım GÖKTAŞ CENGİZ’in; “Hamidoğulları Beyliği’nden Osmanlı Devleti’nin son dönemine EĞİRDİR” başlıklı yazısının kritiğini yapacağız….

          Dr. CENGİZ, 14 sayfalık yazısını, üç başlık altında toplamış; Giriş / Selçuklu Devleti ve Hamidoğulları Beyliği Döneminde Eğirdir / Osmanlı Devleti Döneminde Eğirdir.

                                                         ***

           Dr. CENGİZ yazısına başlarken, Eğirdir’in Akdeniz kıyıları ile Ege kıyılarını, Anadolu’nun iç bölgeleri ile Göller Bölgesine bağlayan bir konumda olduğunu vurgularken, Eğirdir’ in eski çağlardan Hamidoğulları Beyliğine kadar farklı isimlerle anıldığını dile getiriyor ve bu isimleri şöyle sıralıyordu: KROZOS / PROSTANNA / AKROTİN / CENNETÂBÂD / FELEKÂBÂD.

          Gelin burada, virgülüne dokunmadan, Dr. CENGİZ’e bir kulak verelim:

              “1071 Malazgirt Zaferi'nden sonra Anadolu'nun pek çok bölgesi gibi burası da Oğuz ve Türkmen boylarının yerleşimlerine sahne olmuştur. Selçuklu Sultanları tarafından bu dönemde doğal güzelliği sebebiyle sayfiye şehri olarak kullanılan Eğirdir, stratejik konumu itibariyle ticari ilişkiler, ilmî ve sosyal hareketliliğin canlı tutulduğu bölgelerdendir. Hamidoğulları döneminde beyliğin merkezi hâline gelen Eğirdir, yönetimin sosyo-kültürel ve imarî açıdan fazlaca yatırım yaptığı ve en parlak dönemini yaşadığı bir şehir durumundadır. 1423 yılında Osmanlı Devleti hakimiyetinde, Müslüman ve gayr-i müslimlerin beraber yaşadığı; tarım, hayvancılık, kumaş halı dokuyarak, balıkçılık yaparak geçimin sağlandığı, günlük yaşamında şer‘î ve örfî kuralların takip edildiği klâsik bir Osmanlı kazasıdır. 1911-1912 yılında demiryolu inşası ile stratejik önemini arttıran Eğirdir, devletin zayıflamasıyla içte ve dışta sürdürülen Milli Mücadele'ye destek vermiştir. Cumhuriyet'in ilân edilmesinden sonra Isparta'ya bağlı ilçe konumunda varlığını devam ettiren şehir, Atatürk'ün yurt gezileri sırasında uğradığı bölgelerdendir. Günümüzde şirin bir sahil kasabasını andıran Eğirdir, her yönüyle özellikle turizme katkısı açısından gelişime muhtaç yerler arasına girmektedir.

              Eğirdir’in isim menşeî hakkında çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Eskiçağ’da Lidyalılar döneminde kralın adından dolayı “Krozos”, Romalılar döneminde “Prostanna”, Bizans hakimiyetinde “Akroterion” yada “Akrotin” şeklinde isimlendirilmiştir. Selçuklu Devleti ve Hamidoğulları Beyliği zamanında ise “Cennetâbâd” ve “Felekâbâd” ismi verilmiştir.”

                                                       ***

              Yazar, Fuat Köprülü’nün ifadelerine dayanarak; Isparta ve çevresinin, Selçuklular döneminde gelen Türkmen gruplarına ev sahipliği yaptığının anlaşıldığını da ifade ederken, “…Bu dönemde Isparta, Eğirdir ve çevresi Bizanslılar ile Selçuklular elinde yer değiştirse de Selçuklu Sultanları göller bölgesini ele geçirmek için yoğun fetih hareketlerine girişmişlerdir.” Vurgusunu yapıyordu…

               …Ve EĞİRDİR; Selçuklu sultanlarının doğal güzelliği sebebiyle, SAYFİYE ŞEHRİ olarak kullandığı bölgeydi. Bakın bu dönemi, Dr. CENGİZ nasıl anlatacaktı: “… Anadolu Selçuklu hükümdarı III. Kılıçaslan devrinde, 1203 yılında Eğirdir, Borlu, Yalvaç ve Antalya fethedildikten sonra buralara Hamid Bey’e bağlı Türkmen aşiretleri45 yerleştirilmiştir.46 Kısa bir süre sonra da Hamid Bey’in torunu Dündar Bey, dedesinin ismine izafeten Hamidoğulları Beyliği47’ni kurmuştur. Bu tarihten başlayarak Anadolu iki siyasî bölgeye ayrılmıştır. Biri İran İlhanlı Moğol Devleti’nin ve onların gölgesinde Selçuklu Sultanlarının egemen olduğu doğu kısmı, öteki Uç Türkmenlerinin hâkim olduğu batı kesiti şeklindedir. Söz konusu dönemde Eğirdir, Selçuklu Sultanları’nın doğal güzelliği sebebiyle sayfiye şehri olarak kullandığı bölgedir. Burası aynı zamanda ticarî olarak Antalya limanına giden yol üzerinde bulunmasından dolayı önemli bir konaklama merkezi görevi görmüştür. Yine XII. yüzyılın son yarısıyla XIII. yüzyılda ilmî ve sosyal hareketliliğin canlı olduğu bununla ilgili çeşitli müesseselerin bulunduğu şehirler arasında yer almıştır.48

               “Fakat Anadolu’daki siyasi karışıklıklar ve otorite boşluğundan yararlanan uçlardaki Türkmen beyleri, yeniden ve daha kararlı bir şekilde harekete geçerek kendi egemenliklerini tesis etmişlerdir. Hamid Bey de 1297’de Uluborlu merkez olmak üzere, Isparta ve Burdur havalisindeki çeşitli Türkmen aşiret- 42 lerini etrafında toplayarak kendi adına izafeten Hamidoğulları Beyliğini kurmuştur. Beyliğin sınırları ilk kuruluş yıllarında Uluborlu merkez olmak üzere Isparta, Burdur, Eğirdir, Barla, Ağros (Atabey), Gönen ve Keçiborlu’dan ibarettir. Hamid Bey’in sağlığında beyliğin sınırları daha da genişlemiş ve Yalvaç, Şarkîkaraağaç, Afşar, Gelendost, Pavli (Sütçüler), İncirli (Bucak) ve Ağlasun gibi yerleşim merkezleri de ele geçirilmiştir. Hamid Bey, hükümet merkezi Uluborlu’da otururken diğer evlatlar ile kardeşler ise idarelerine verilmiş olan vilayet ve beldelerde hüküm sürmüşlerdir.49 Hamid Bey’den sonra İlyas Bey, Uluborlu merkez olmak üzere beyliğin başına geçmiştir.50 Feleküddin Dündar Bey, dedesi Hamid Bey ve babası İlyas Bey’in ölümünden sonra beyliğin idaresini eline almıştır. Çok yetenekli ve aktif bir emîr olan Dündar Bey, “Melik-ül Ümera” unvanıyla beyliğe hükmederken, idare merkezini Eğirdir’e nakletmiş ve bu şehri imar ettirmiştir. Şehrin sosyal, kültürel ve ekonomik yönden gelişmesine fazlaca katkı sağlayıp, Gölhisar, Korkuteli ve Antalya gibi şehirleri de topraklarına katarak beyliğin sınırlarını genişleten Feleküddin Dündar Bey, kendi adına izafeten buraya “Felekâbâd” adını vermiştir.51 Böylece Eğirdir, Antalya ile Konya arasında önemli ticarî ve askerî bir merkez haline gelmiştir. En parlak dönemini Dündar Bey zamanında yaşayan Eğirdir’de kısa bir İlhanlı hakimiyetinden sonra Hamidoğulları’ndan Hızır Bey (1327-1328), Necmeddin İshak Bey (1328-1340), Muzafferüddin Mustafa Bey (1340-1355), Hüsameddin İlyas Bey (1355-1370) ve Kemaleddin Hüseyin Bey (1370-1391) hüküm sürmüşlerdir.52 “

                                                                       ***

                Arş.Gör.Dr.CENGİZ, ünlü seyyah İbn-i BATUTA’nın Hamidoğulları döneminde Isparta ve Eğirdir bölgesini ziyaretinin izlenimlerini anlatırken, dönemin sultanı İshak beyi ziyaret edişini, sultan ve çevresinin ramazan gecelerini, iftar edişlerini, o dönemin yemek kültürünü, İshak beyin bir çocuğunun ölümüyle birlikte düzenlenen ve üç gün süren cenaze etkinlikleriyle birlikte kabristan ziyaretleriyle ilgili izlenimlerinde çarpıcı bir manzara şöyle dile getirilir:  “…İkinci günü ben de halk ile beraber törene katıldım. Sultan, benim yaya yürüdüğümü görünce, bir at göndererek özür diledi. Medreseye döndüğümüzde atı iade ettim. Sultan “Ben onu hediye olarak verdim, ödünç olarak değil” diyerek atı geri gönderdi. Ayrıca bir takım elbise ile para da ihsan etti."

                                                      ***                                                                          

               “…Hamidoğulları beyliğinden sonra kısa süreliğine Osmanlı hakimiyetine giren Eğirdir ve Isparta havalisi Timur’un kuşatmasına marûz kalmıştır. Bölgeyi ele geçiren Timur Karamanoğlu II. Mehmet Bey’e vermiştir.58 İlk olarak 1391–1392 yılında fethedilen Hamid-ili, Ankara savaşından sonra tekrar Osmanlı Devleti’nin elinden çıkmıştır. Daha sonra 1423 yılında Antalya şubesi de dâhil olmak üzere Hamidoğulları beyliği tamamen Osmanlı Devleti’nin eline geçmiştir. Hamid bölgesinin bir parçası olan Eğirdir şehri ve çevresi de böylece söz konusu devlete geçmiştir. Teke-ili ve Hamid bölgesi, II. Murad zamanında Anadolu Eyaleti’ne ithal edilmiş ve daha sonraki zamanlarda da bu durumunu muhafaza etmiştir. Sancağın Gölhisar, Karaağaç-ı Gölhisar, Burdur, Ağlasun, İrle, Isparta, Yalvaç, Uluborlu, Gönen, Eğirdir, Keçiborlu gibi yerleri en önemli yerleşim yerleri olup, genelde kaza statüsünde idare edilmişlerdir.”

              “…1896 yılına gelindiğinde ise 4000’i geçmiştir. Tabi ki bu rakamlar sadece erkek nüfusu kapsamaktadır. 1844-45 yıllarına gelindiğinde Eğirdir’e bağlı 40 köy olup tahmini nüfusu 5570’dir.63 1987 yılında Eğirdir merkez, Aksu ve Barla bucaklarına bağlı 43 köyü vardır.64 1990 sonrası nüfus da katlanarak artmıştır.65 XV-XIX. yüzyıl Osmanlı Devleti dönemi gayr-i müslim Eğirdir halkı üzerine çalışan Karaca ve Karacan, XVI. yüzyılın başlarında Eğirdir kazasında yaklaşık 733 gayrimüslim nüfus bulunmakta iken, kazada 1568-70 yılında 459, 1830 yılında 456, 1887 yılında ise Barla’da yaşayan gayrimüslimlerle beraber 683 gayrimüslim nüfusun yaşadığını belirtmişlerdir.66 XV-XVI. yüzyıllarda Eğirdir’de yaşayan gayrimüslimlerin bazıları, cami, medrese, zaviye ve imaret gibi vakıflara kayıtlı olup vakıfların hizmet işlerinde ve tarımda çalışmışlar. Bazıları ise, özellikle Eğirdir Nis adasında yaşayanlar balıkçılık, meyhanecilik ve hancılık işleriyle meşgul olmuşlardır. 19. yüzyılda Nis adasında yaşayan gayrimüslimlerin çoğunluğu sandalcı olup, bu mesleklerini İstanbul’da icra etmişlerdir. Dülgerlik mesleği de Rumlar arasında yaygın yapılan bir meslektir. Hamid Sancağı’nda yaşayan diğer gayrimüslim topluluklara göre refah seviyeleri yüksek olan Rumların; daha çok balıkçılık, marangozluk, kalaycılık, yağcılık, kumaşçılık ve ticaretle geçimlerini temin ettikleri, her ailenin kendine göre bir bahçesinin olduğu bazı ailelerin de ihtiyaçlarını karşılamak için küçük ve büyükbaş hayvan besledikleri anlaşılmıştır.”

             “…  XVI. yüzyıl Eğirdir şehrinin genel olarak en önemli ekonomik faaliyeti pamuk üretimidir. Köylerinde üretilen pamuk merkezdeki boyahanede boyanır, şehir ve köylerdeki tezgâhlarda dokunurdu. Boğası denilen bir çeşit pamuklu  dokumalar özellikle Eğirdir köylerinde çokça dokunmakta ve önemli bir kazanç kapısı sağlamaktaydı. Pamuktan sonra ekimi yapılan en önemli ürün afyondu. Köylüler hem Eğirdir gölünün ucunda hem de batı kısmındaki arazilerde afyon üretimi yapmışlardır. Yine Eğirdir’de bu dönemde buğday, arpa üretimi ile bağcılık yaygın yapılmıştır. Balıkçılık ise önemli bir geçim kaynağıdır.68 eskicilik ve tarakçılık gibi meslekleri icra edenler de vardır. Ispartalı Süleyman Sami Böcüzâde, 1898 ile 1922 yılları Eğirdir’i hakkında kasaba halkının çoğunun sanat ve ticaretle meşgul olduğunu, Yazla mevkiine doğru muntazam bir Tabakhanesi bulunduğunu, burada “sarı ve siyah sahtiyan” yapıldığını ifade etmiştir. “Adanın erkeklerinden Müslümanlar kayıkçı, Hıristiyanlar dülger ve duvarcıdırlar. Ada ahalisi pazarcıları için her birinin kullanabildikleri bir iki Pazar kayığı vardır sadedir.”

“… XIX. yüzyıl Isparta ve çevresine dair Karçınzâde Süleyman Şükrî Bey76’in Seyahât’ül Kübra adlı eserinde de önemli bilgilere rastlanmıştır. Bağcılığın bu dönemde Eğirdir’de oldukça yaygın yapıldığını söyleyen Karçınzâde, “Kasabanın bağları beş kilometre uzakta ve gölün cenub-ı şarkisine düşen Boğaz ovada namlı latif yerdedir. Umum ahali ve hatta hükümet rûmî eylülün onunda bağlara göçüp ziyadesiyle husule gelen üzümleri pekmez, pestil, bandırma ve hevenk yaptıktan sonra ekimin yedisinde toptan geri dönerler. Hükümet tarafından resmen ilan olunmaksızın bağa göçmek veya şehre dönmek yasaktır. Bu mevsimde bekçilerden başka kasabada kimse kalmaz.” demiştir.

                                                                 ***

“… Eğirdir hakkında önemli bilgiler veren bir diğer seyyah, XIX. yüzyıl bazı Anadolu şehirlerinden de ayrıntılı bahseden Friedrich Sarre’dir. Sarre eserinde, Eğirdir gölünü uzunca tasvir ettikten sonra mimarî yapıları hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir. Keşfedilmemiş bu güzel şehri dolaşıp bilgi verdiği için oldukça heyecanlı olan Sarre, kaldıkları evi ve Eğirdir merkezini şu şekilde anlatmıştır: “Bir anayolun solundaki dar ve kıvrım kıvrım sokaklar dağ yamaçlarına yaslanan teraslara, sağındakiler de göl kıyısına uzanıyorlardı. Bu anayoldan geçerek, kahvelerin ve dükkanların çevrelediği meydanlık bir alana çıktık. Meydan tatil günü dolayısıyla-günlerden cumaydı- çok kalabalıktı. İnsanlar daire şeklinde sıralanmış, düşünceli düşünceli bir masalcıya ve bir müzisyenin monoton nağmelerine kulak veriyorlardı. Burada da birbirinin karşısına düşen iki Orta çağ yapısı var; biri cami diğeri medrese ve ikisinin arasındaki yol bir kapıdan geçerek, göle doğru uzanan yarımadaya ve kaleye gidiyor. Kısa bir süre önce ölen İsmail Hacı Murad’ın oğulları olan ev sahiplerimizin evi de işte bu sokak üzerinde. Kaymakam bizi oraya bir jandarma eşliğinde gönderdi ve bu evde birkaç gün boyunca konuk edildik. Sevimli ve genç bir memur olan ve 47 şehirde kaldığımız süre boyunca bize her türlü desteği ve korumayı veren kaymakamı ziyaret ettikten sonra, bu Orta çağ yapılarını daha yakından incelemek ve fotoğraflarını çekmek üzere işe koyulduk. Yerlilerin merakının işimizi kolaylaştırdığı söylenemez, çünkü insanlar ancak birkaç zaptiyenin enerjik girişimiyle kontrol altına alınabildiler ve fotoğraf makinemizin biraz uzağında tutuldular.”80 Bugün Can ve Yeşilada olarak isimlendirilen adaları Türk ev sahipleri ile gezen Sarre, Canada’da kimsenin oturmadığını, ancak bir zamanlar var olan köşk ve bahçeli evlerin kalıntılarının olduğunu, yüksek çevreli adanın kenarlarını ulu çınarların kapladığını söylemiştir. Nis adasına da giden seyyah, buranın yoğun yerleşimle nüfusunun çoğunluğunu Türk, Rum ve Ortodokslardan meydana geldiğini, ilginç bir şekilde gayr-i Müslimlerin zamanla kendi anadillerini unutup Türkçe konuştuklarını belirtmiştir. Ayrıca Sarre, balıkçılıkla, şarapçılıkla geçinen halkın teknelerinin yelkenlerini de kendilerinin yaptıklarını söylemiştir.81 Öte yandan Sarre, Eğirdir’de kalmış oldukları ev sahipleri, evleri, çocukları ve hanımlarından da bahsetmiştir. XIX. yüzyıl Eğirdir şehrinin varlıklı ailelerinden İsmail Hacı Murad’ın oğullarının evinde kalan Sarre, beylerin üzüm bağları, toprakları ve şehrin içinde iki konakları olduğunu, konaklardan birinin misafirhane işlevi gördüğünü diğerinde de beylerin hareminin yaşadığını belirtmiş şöyle devam etmiştir: “Haremde eşleri, kız kardeşleri, küçük çocukları ve kadın hizmetkârlar annelerinin gözetiminde yaşıyorlar. Beylerin ikisi de ikişer hanımla evli ve bu da onların varlıklı olduklarının kanıtı; çünkü bilindiği gibi Doğu’da artık sık görülmeyen çok eşli evlilik lüksünü, büyük hanelerin artan masrafları nedeniyle, ancak zengin insanlar kaldırabiliyorlar. Her iki bey de ikinci evliliklerinden çocuk sahibi olmuş. Birinin 7-8 yaşında bir oğlu, diğerinin de çok daha küçük bir kızı var ve babaları çocuklarını taparcasına seviyorlar. İlk gün iki kardeşin, çocuklarının ve bir amcayla oğlunun fotoğraflarını çektik. Ertesi gün amca tesadüfen hastalandı ve bütün ciddiyetiyle, fotoğraf çekimi yüzünden cinlendiğine inanmaya başladı. Dr. Osborne amcayı kısa sürede iyileştirdi, ama o yine de hastalığının fotoğraf çektirmenin sonucu olduğuna inanmaya devam etti ve bu konuda asla ikna olmadı.”82 Eğirdir’de zengin ve gerçek bir Türk evindeki hayatı yakından tanıma fırsatı bulduğunu söyleyen Sarre, kaldığı büyük konağı ayrıntılı bir şekilde tasvir ettikten sonra Eğirdirlilerin yemeklerinden ve yemek yeme şekillerinden bahsetmiştir: “Yemek, salon vazifesi gören galeride bulunan bir yüksek beltide yeniyor. Öğlen ve akşam yemekleri, ev sahiplerimize küçük oğlana ve bize, yuvarlak pirinç bir tepside getiriliyordu. Her zaman sonsuz bir yemek bolluğu vardı; etli dolmalar, sebzeler ve tatlılar birbiri arkasına yeniyordu ve biz her seferinde derin bir nefes alıyorduk. En son tabaklar geldikten sonra, bekleyen hizmetkâr, 48 ellerimizi yıkamak için maşrapayla su ve işlemeli bir havlu (peşkir deniyor) getiriyordu. Hem yemeklerin hazırlanışı hem de çatal bıçak kullanmadan, tandır ekmeğini büküp kaşık yerine kullanarak yemek yeme şekli, Avrupalılar için çok çok keyifli ve iştah açıcıydı.”

                                                                 ***

          “XIX. yüzyılda doğup, XX. yüzyılda eğitim aldıktan sonra devletin çeşitli ve önemli kademelerinde görev alan Birinci Dünya savaşı, Milli Mücadele ve Büyük Taarruz döneminde Anadolu’nun farklı bölgeleri başta olmak üzere bir dönem Eğirdir’de posta telgraf idarelerinde müdür olarak görev yapan Eğirdirli Süleyman Sükûti Yiğitbaşı97 Eğirdir’in sosyo-kültürel tarihi hakkında önemli bilgiler vermiştir.”

                                                                ***

                              …VE 1911 -1930’ LI YILLAR…

               “Geçmişten beri stratejik konumu sebebiyle ön planda olan Eğirdir önemini, yapılan demiryolu ile iyice arttırmıştır. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde verilen imtiyazla bir İngiliz şirketinin İzmir Alsancak istasyonundan Dinar’a kadar yaptığı demiryolu 1911 yılı içinde aynı şirket tarafından Eğirdir’e kadar uzatılmıştır. Cumhuriyet döneminde de millileştirilen demiryolu Eğirdir’in stratejik açıdan büyük bir öneme sahip olmasını sağlamıştır. Bu sayede halı sanayi ve halı ticaretinde belirgin ilerleme kaydedilmiştir.113 XIX. yüzyılda sosyo-kültürel yapısıyla ön plana çıkan Eğirdir şehrinin siyasî gelişmeleri de yakından takip ettiği ve aktif rol aldığı anlaşılmıştır. Örneğin, Osmanlı siyasî tarihi açısından büyük önem arz eden 23 Temmuz 1908’de ilân edilen Kanûn-ı Esasi için yapılan mebus seçimlerine Eğirdir de katkı sağlamıştır. Söz konusu seçimlere Eğirdir’den Burhanzade (Ağalar, Yılmaz) ailesinden Hacı Eşref Bey, Isparta’dan Süleyman Sami Bey seçilmişlerdir.114 XX. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ve dağılması ile birlikte Türk halkı içte ve dışta tüm saldırılara karşı direniş halinde savaşmaya başlamıştır. Trabslusgarp savaşı, Balkan savaşları ve Birinci Dünya savaşı gibi ağır sonuçları olan savaşlardan sonra Anadolu halkı her yönden yıpranmıştır. Fakat bu durum büyük önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları öncülüğünde Anadolu’yu düşman işgallerine karşı koruma, kurtarma ve yeni bir devlet inşa etmekten alıkoymamıştır. Anadolu’nun pek çok şehrinde olduğu gibi Eğirdir’de de düşman işgaline karşı teşkilatlanmalar meydana gelmiştir. 1919 yılında Eğirdir Heyet-i Milliyesi kurulmuş, 700 kişilik bir gönüllü teşkilat oluşturulmuştur.1920 yılında Isparta Mücahitleri kadrosu Demiralay ismiyle cepheye daha düzenli askeri ve lojistik yardım yapmıştır. Bu dönemde Isparta, Eğirdir ve Uluborlu milli bölüklerinin mevcudu 8 subay ve 276 nefere ulaşmıştır. Isparta’da toplanan kuvvetler genellikle Eğirdir ve Kuleönü istasyonlarından trenle, bazı zamanlarda da Akşehir üzerinden sevk edilmiştir. 1920 sonları ve 1921 yılları başlarında özellikle düzenli orduya geçildikten sonra Büyük Taarruza yakın günlerde Eğirdir sevk noktası görevinde olmuştur.115 54 Kurtuluş savaşı sona erip Cumhuriyet kurulduktan sonra Mustafa Kemal Atatürk, iç ve dış kamuoyu oluşturmak, yurdu düşmanlardan halkın desteğiyle arındırdığı gibi bundan sonra yapacağı inkılâplarda da onların yardımını görüşlerini almak amacıyla yurt gezileri yapmıştır. İzmir, Erzurum, Sivas, Yalova, Kastamonu, Samsun, İzmit, Eskişehir, Diyarbakır, Çanakkale, Bursa, Balıkesir, Afyonkarahisar gibi Anadolu’nun pek çok bölgesini ziyaret etmiştir. Beraberinde Prof. Afet İnan, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, ordu Müfettişi Fahrettin Altay, Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer, Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Yaveri Cevat Abbas vd. gibi büyük bir kadroyla yaptığı gezilerde Isparta’ya uğramıştır. 5 Mart’ı 6 Mart’a (1930) bağlayan gece Eğirdir’deki istasyona gelen Atatürk ve arkadaşlarını halk sevinçle karşılamıştır. Doğal güzelliğine hayran kaldığı Eğirdir’de sabah kahvaltısını yaptıktan sonra esas programını oluşturan Isparta, Burdur ve Antalya gezilerine devam etmiştir.”

                                                                     ***

                                             SONUÇ

                  “Eskiçağlar’dan itibaren yerleşime sahne olan doğal güzelliği ile ön plana çıkan Eğirdir, Hamidoğulları Beyliği ve Osmanlı Devleti döneminde gerek ekonomik gerekse sosyal ve kültürel yönleriyle tarihte aktif bir şekilde yer almıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra da bu durumu korumaya çalışan bölge, Isparta’ya bağlı ilçe konumunda güzide bir Anadolu yerleşimidir.”

                                              BİR CÜMLELİK KRİTİK

Yazının müellifi Dr. CENGİZ’ i kutluyorum… gerek yararlandığı kaynaklar güzel, gerekse ele aldığı dönemler itibariyle, eğildiği konular, çarpıcı olması nedeniyle de oldukça önemli…Yalnız, bir Selçuklu şehri olan Eğirdir’ i ve EĞİRDİR GÖLÜ çevresinde geçen bir savaşı ve kazanılan zaferi nasıl ıskaladığını ve de neden ıskaladığını bir türlü akıl erdiremedim!!! Miryokefalon etkinliklerinin sunucu olarak da, bu ıskalamayı içime sindiremediğimi belirtmek istedim.

              DEVAM EDECEK…

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap