MÜJGAN (3)

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,MÜJGAN (3)
Haberin Tarihi: 8.11.2017 10:19:00 - Okunma Sayısı:1409 defa okundu.

MÜJGAN (3)

Eğirdir’de Bir Aşk Hikayesi

Belki bir belki iki saat sonra, herkes Rıza Efendi’nin mutluluğundan mutlu olmuş, yiyip içmekten yorulmuşken, kahya Yahya’nın ortanca oğlan Kemal göründü kapıda.

                Kimse fark etmedi, yüzü bembeyaz, korkudan tir tir titreyen genç çocuğu. Kahveci fark etti sonunda, kapıda bel bel bakan, bir şeyler kekeleyen Kemal’i.

                Hiç işi yoktur buralarda, böyle yerlerde, yaşı yetmemiş, tüyü bitmemiş çocukların, ama o, bir haber için gönderilmişti; haberi getirecek başka insan kalmadığı için.

                “Ağam, ağam”

                Kahveci yanına geldi.

                “Söyle Kemal, ne diye ağam ağam deyip dikeliyorsun öyle kapı aralığında.”

                “Boyalı çiftliği”

                Tiz bir çığlıktı bu, çocuğun ağzından çıkan.

                “Boyalı” adını duyan Rıza Efendi kendini toplayıp genç çocuğa döndü:

                “Nedir oğlum, kim yolladı seni buraya, ne söylemeye çalışıyorsun?”

                “Şey ağam, Boyalı çiftliği yanıyor!”

                Ağa yanlış duyduğunu sandı önce:

                “Neler saçmalıyorsun oğul, ne yanması?”

                “Ağam, çiftlikte yangın çıktı, beni yolladılar sana, diğerleri yangınla savaşıyor, evi, atları, inekleri kurtarmaya çalışıyorlar.”

                Rıza Efendi hala inanmak istemiyordu duyduklarına ama çocuğun yüzüne iyice bakınca bu masum yüzdeki korku ve acının şaka olamayacağını anladı.

                Buz gibi sular döküldü sanki başından aşağı. Bu mutlu, sıcacık ilk haberlerden sonra çok zor olurdu böyle bir haberi hazmetmek.

                Önce oturdu sandalyesine. Etraftakiler ona koşuştular. Onun da yüzü bembeyaz kesilmişti. Kahveci oradaki birkaç kişiyi, kasabadaki yegane taksiyi almaya gönderdi. Alabildiği kadar taksiye binip çiftliğe yollandılar, Rıza Efendi ve ona yakın olabilenler.

                Daha çiftliğe varmadan tepelerin ardındaki duman, işin vehametini anlattı ona. O çok sevdiği çocukluğunun, gençliğinin en büyük kısmını geçirdiği bu nadide çiftlik, onun gözleri önünde eviyle, eşyalarıyla, atı, otuyla, ambarlardaki zahiresiyle kül olup yok oldu bir anda.

                Ondan sonra da Rıza Efendi yıl be yıl çökmeye başladı.

                Kendisiyle beraber işleri de.

                Daha Şemsettin okul çağına gelmeden, bir sabah Rıza Efendi’nin ölüsünü çiftliği boydan boya geçen ırmağın yanındaki harman yerinde buldular. İkizlerin doğumuyla verdiği ziyafetler, okuttuğu mevlütler ve istiğfarlar karşılayamamıştı galiba hanımlarına yaptıklarını.

                O çok uzun yıllar beklediği oğluna doyamadan, muradına eremeden, böylece çekip gitti bu dünyadan…

                Karıları da ağlamadılar pek arkasından.

                Tek ağlayan Vesile Hatun’dan geri kalan kız evlatlarıydı. Onlar hayatları boyunca ağladılar babalarının ardından, belki görüp gördükleri zenginlik de onunla birlikte gitti, bitti diye ama belki de hayatta sevip sevebilecekleri yegane insan babaları olduğu için…

                Birden bire kendisini hedefinin kapısında buldu Güllüşah. Çok gerilere gitmişti. Zorlandı önce ne için yola çıktığını hatırlamakta. Her zaman bu gibi durumlarda yaptığı gibi şöyle bir silkindi içten içe, eskiyi söküp atarcasına. Elini yavaşça kapı tokmağına götürdü; tokmağı vurmasıyla kapının açılması bir oldu.

                Güneş gibi Müjgan belirdi kapının ardında.

                “Hala” diye boynuna atıldı.

                Esas halası Küçük Hanım’dı. Ama o, Güllüşah’a da hala derdi. Güllüşah’a bu kadar yaklaşmaya sadece Şemsettin ve Müjgan cesaret edebilirdi; veya onlara müsaade ederdi Güllüşah.

                Şemsettin çok severdi onu, çünkü hiç kimseye güvenemeyeceği kadar bu kadına güvenmişti hayatında; ne yaparsa yapsın, nerede olursa olsun Güllüşah’ın onu hep destekleyeceğini, arkasında önünde olacağını bilirdi.

                Müjgan’ın Güllüşah’a olan düşkünlüğüne, sevgisine gelince: Müjgan bilirdi ki; her şeyi gören, anlayan ve seven bir kalp taşırdı halası. İnsanlara sadece bakıp geçmez, onların ne düşündüklerini, ne hissettiklerini bilir, onları anlamaya çalışır, hiç fark ettirmeden yanlarında, arkalarında olurdu. Özellikle kadınların.

                Hani yolcu vardır bakar geçer yoldakilere, yaşamadan görmeden; yolcu vardır, girer, görür, yaşar geçtiği yerlerde, gördükleriyle yaşadıklarıyla bir olur. İşte öyleydi Güllüşah Müjgan için.

                O baktığını görür, gördüğünü yaşar, dolayısıyla paylaşırdı sırları, dertleri, hiç konuşmadan.

                İşte bundandır ki, Güllüşah biliyordu, tanıyordu Müjgan’ı, kalbini, özlemlerini, hasretini.

Müjgan onun hayal edebileceğinin üstünde güzeldi.

                Güllüşah’a göre dünyada Müjgan’dan daha güzel bir kız olamazdı. Dolayısıyla da bu kız sadece Şemsettin’e yaraşırdı.

                Tahsilli olmaması sorun değildi. Ne verebilirdi ki ona okul sıraları. Böylesi daha iyiydi. Şemsettin okula gitti de ne oldu? Okulu kendisiyle Şemsettin arasına giren bir umacı gibi görürdü.

                Ayrıca hayatta başarılı olmak için illaki tahsilli olmak şart değildi Güllüşah’a göre. Akıllı, okulla da okulsuz da akıllıydı.

                Okul akıla fikir ilave edemezdi. Fikirsiz akıl ise işe yaramazdı.

                İşte böyle düşünüyordu Güllüşah.

                               devam edecek

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap