MÜJGAN (4)

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,MÜJGAN (4)
Haberin Tarihi: 9.11.2017 17:32:00 - Okunma Sayısı:1307 defa okundu.

MÜJGAN

Eğirdir’de Bir Aşk Hikayesi

-4-

                Güllüşah’ın kapı tokmağına el attığında kafasından çoktan düğünler yapılmış, Müjgan gelini olarak Boyalı Konağı’nda yaşıyordu.

                Boynuna sarılan Müjgan’ı şefkatle yanaklarından öptü, şöyle bir gözden geçirdikten sonra onu olduğu yerde bırakıp hızlı adımlarla merdivenleri inmeye başladı; aşağıya ulaştığında da onu takip eden Müjgan’a dönüp;

                “Kahveyi hemen yap” dedi.

                Bu her zaman böyle olurdu; herkes bilirdi ama Güllüşah yine de sanki insanlar onun alışkanlıklarını unutabilirlermiş gibi onlara güvenmez, her defasında herkese:

                “Kahveyi hemen yap” derdi.

                Daima sade, daima çift fincanlık.

                Salon kapısında Fadime Ana karşıladı onu ve onu takip edenleri.

                Elini uzatıp öptürdü;

                “Hoşbulduk” deyip salona girdi.

                Köşe yastıklarıyla donanmış, bembeyaz dantelli örtülerle kaplı makette yerini aldı.

                O anda Saatçi de merdiven başında göründü. Güllüşah haber salmıştı ona yola çıkmadan önce, eve gelsin diye.

                Saatçi kapıda sessizce selamladı odadakileri, yürüyüp pencere karşısındaki koltukta yerini aldı.

                Saatçi biliyordu Güllüşah’ın ne için geldiğini, Müjgan’ı çok iyi tanıdığın için.

                Küçük Hanım’ın yanında oturan kızı Adile, bir an önce Müjgan’la yalnız kalmak için dışarıya sıvışmaya çalışınca Güllüşah’tan gelen bir ‘otur’ sözüyle olduğu yere tekrar çakıldı kaldı. Halbuki hemen Müjgan’a gidip, geliş sebeplerini anlatmayı, onu sevindirmeyi ne kadar isterdi;

                Öyle zannediyordu…

                Demeye kalmadan müjgan gümüş tepsi üstünde büyük bir kahve fincanıyla kapıdan girip Güllüşah’a doğru yürüdü. O sırada Güllüşah gümüş sigara kutusundan kendi eliyle sarıp yerleştirdiği sigaralardan bir tanesini alıp yine gümüş ve fildişinden yapma ağızlığına takmaya çalışıyordu. Sonunda sigarasını yakıp, boş kalan eliyle Müjgan’ın uzattığı bol köpüklü sade kahveyi alıp, gözleri kapalı sesli sesli, kahveyi yudumlamaya başladı.

                Herkese susup, onun kahvesini bitirmesini beklemek düşüyordu. Müjgan da köşede, ayakta, kahvenin içilip bitmesini bekledi.

                Daha sonra diğerlerine de kahve yapacak, yine Güllüşah da dahil herkese ikram edecekti.

                Müjgan, Güllüşah kahvesini içip bitirince fincanı alıp dışarı çıktı.

                Güllüşah da :

                “Hadi sen de” deyip Adile’yi de onun arkasından yolladı.

                Mutfak kapısında Müjgan’a yetişen Adile:

                “Müjgan sana müjdem var, çabuk kapıyı arkamızdan kapat.

                Güllüşah duyarsa beni çiğ çiğ yer.”

                Müjgan hiçbirşeyden habersizmiş gibi:

                “Pekala anlat bakalım” dedi.

                Adile konuşmaya başladı:

                “Biliyorsun Şemsettin ağabeyim geldi. Geldiğinden beri Güllüşah ona artık evlen, Müjgan evliliğe hazır çok güzel bir kız oldu. Al onu da ölmeden ben de göreyim deyip duruyordu. Dün akşam ikisi de uzun müddet Güllüşah’ın odasından çıkmadılar. Gece yarısına kadar konuştular. Bu sabah ikisi de aynı zamanda el ele kahvaltıya indiler. Ben de annem de artık onun evlenmek hususunda ağabeyimin aklına girdiğini anladık. İşte bugün de seni ağabeyime istemeye geldiler.”

                Müjgan, duyduklarına inanamıyordu. Olabilir miydi bu; bu kadar çabuk…

                Müjgan kendi açısından haklıydı böyle düşünmekte. Henüz on yedi yaşındaydı, Eğirdir ve Eğirdir’in güzün göç edilen üzüm bağlarından başka bir yer görmemişti.

                Koyu uzun kirpiklerinin çevrelediği ceviz yeşili gözleri, zapt olmak bilmeyen koyu kızıl saçları, ince ve zarif endamıyla el değmemiş bir yaban gülü gibiydi. Bakınca yüzü kızarır, konuşurken hep başı önde olurdu. Günlerini halı dokumak, ev işleri görmek ve ilerde kuracağı yuvaya çeyiz hazırlamakla geçirirdi.

                İşlediği köşe yastıkları, iğne oyaları, kanaviçeler hep birinin özlemiyle doluydu.

                Halasının oğlu Şemsettin.

                Ona ne zamandan beri sevdalıydı?

                Çok önceden onu sevmişti;

                Belki de doğduğundan beri.

                Öyle gelirdi ona. Kendini bildi bileli sevmekteydi onu.

                Aralarında sekiz yaş fark vardı. Hep ağabey demişti ona.

                Umutsuzdu bu konuda ama yine de hayal kurmak, hayallerini oyalara, kanaviçelere dökmek doyulmaz bir zevkti onun için.

                Şemsettin çok uzaklardaydı uzun zamandan beri. Liseyi bitirdikten sonra sarrafçılık öğrenmiş, sonra da İstanbul’da kuyumcu dükkanı açıp, orada çalışmaya başlamıştı. Ona ait haberleri müşterek akrabalardan duyuyor, onun adı geçince neredeyse kulak oluyordu.

                Şemsettin tahsilliydi; büyük şehirde yaşıyordu. Kim bilir oralarda ne güzel, ne tahsilli kızlar vardı. Şemsettin de öylelerine layık değil miydi?

                Öyle düşünüyordu Müjgan.

                Derken birkaç gün önce onun geldiğini duydu. Kalbini zorlayan hasreti dindirmesi, mutlaka onu görmesi, görülmesi lazımdı.

                Kararlıydı onu görmeye. Onu görebilmek için her yolu denedi…                      devam edecek

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap