MÜJGAN (8)

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,MÜJGAN (8)
Haberin Tarihi: 14.11.2017 10:14:00 - Okunma Sayısı:1373 defa okundu.

MÜJGAN (8)

Eğirdir’de Bir Aşk Hikayesi

Oradakiler ikinci kahveyi içerken, Adile yanında dırdır ederken, film fibi geçmişti gözünün önünden Müjgan’ın.

                İşte şimdi onu Şemsettin’e istemeye gelmişti Güllüşah.

                “Kahve taşıyor” diyordu Adile.

                Kendine geldi Müjgan:

                Evet kahve, Güllüşah, mutluluk…

                Kahveleri koydu tekrar fincanlara, merdivenleri uçup bir solukta, odaya vardı; arkasında Adile.

                Güllüşah’a uzattı tepsiyi önce. Sonra Küçük Hanım, babası, anası.

                Kahveler içilirken, o da annesinin yanına oturdu.

                Kahveler içilip bitince, Müjgan boş fincanları alıp dışarı çıkarken, Güllüşah:

                “Ben haber verene kadar içeri gelme Müjgan” dedi.

                Müjgan biliyordu nedenini bu lafın.

                “Peki” deyip çıktı dışarı. Sevinçten uçuyordu.

Biliyordu artık. Emindi.

                Sıra kız istemeye gelmişti.

                Müjgan’ın esas halası Küçük Hanım, kız isteme hakkını kendinde buluyordu. Her zamanki gibi yine başını yuvasından çıkaran kaplumbağa gibi vızıldarcasına:

                “Ağabey, biz Müjgan..”

derken, Güllüşah sağ elinin işaret parmağını hafifçe kaldırdı, sanki sana Şemsettin’le ilgili ne zaman konuşma hakkı verildi dercesine ve:

                “Kes” dedi.

                Demesiyle de Küçük Hanım’ın kafası, sesiyle birlikte deliğine çekildi.

                Yine de hemen başlamadı Güllüşah konuşmaya.

                Önce şöyle bir sallandı, yerine yerleşti, ipek yaşmağını düzeltti el yordamıyla.

                Gümüş sigara kutusunu açtı, içinden Boyalı tütünlerinden yapılma sigaralardan bir tane aldı, tombul parmakları arasında şöyle bir yuvarladıktan sonra burnuna götürüp, o güzelim tütün kokusunu içine çekti. Bir eliyle sigarasını ağzına götürürken, diğer eliyle cebinden çakmağını çıkarıp bir çakışta yaktı, gözleri çakmağın alevinde, çakmak sigaraya ulaştı.

                Bütün bu zaman zarfında Saatçi’ye ne diyeceğini tekrar kafasının süzgecinden geçirmiş, her şeyi bir çırpıda halletmeye karar vermişti. Daha sigarasının ucu korlanmaya başlayıp çakmağı çekerken konuşmaya başlamıştı bile.

                “Müjgan’ı Şemsettin’e almaya geldim.”

                Bunu ikisi de biliyordu zaten. Saatçi de, Fadime Ana da.

                Ayrıca bu bir isteme değil, bir emirdi, bir karardı. Güllüşah’ın edasından, bu iş oldu bitti, dönüşü yok okunuyordu.

                Fadime Ana, boynu bükük, içinde dağ kadar alevler ağarmış saçlarından fışkırırken, o bir buzdağı olmuş, için için titriyordu; bu karara karşı gelememenin hıncıyla yanıp dönüyordu.

                Saatçi ise, ablasının kumasına karşı gelinemeyeceğini biliyor, kızını kurtaramayacağına yanıyordu.

                Yine Güllüşah’ın sesiyle kendine geldi karı koca.

                “Ne dersin Saatçi”

                “Siz öyle münasip görmüşsünüz, ne diyeyim.”

                Saatçi gözlerini ablasına dikti; hep bunlar senin yüzünden başımıza geliyor dercesine.

                Küçük Hanım’sa Güllüşah’ın arkasına saklanmaya çalışıyor, gözlerini ağabeyinden kaçırıyor, yakalandığında da, “ben masumum ne yapabilirim ki” der gibi melül melül bakıyordu, başını yana devirip.

                Bu hep böyleydi. Küçük Hanım hep yapmakla yapmamak, söylemekle söylememek arasında, çeyrek yolda, bir yerlerdeydi.

                Hep Güllüşah’ın gölgesinde güneşlenir, Güllüşah’ın eteğinde sürüklenirdi.

                Hep onun keyfinin gelmesini bekler, sorumluluğu Güllüşah’a bırakırdı.

                Şemsettin bu hususta kendi anasına benzerdi.

                Güllüşah kapı yanında oturan Fadime Ana’ya dönüp:

                “Aç kapıyı da Müjgan içeriye girsin” dedi.

                Kapının açılmasıyla da Müjgan’ın adımını içeriye atması bir oldu. Yaprak gibi titriyordu o da, ama sevinçten.

                “Tekrarlamama lüzum yok Müjgan, her şeyi duydun zaten kapıda, sen de kabul ediyorsun değil mi?”

                Müjgan hiç düşünmeden “evet” dedi.

                “Şemsettin’le mutlu olacağına inanıyor musun kızım?”

                Bu seferki ses Saatçi’nindi.

                “Evet, eminim; sadece onunla mutlu olabilirim ben.”

                Herkes şaşkındı bu kesin cevaptan, Güllüşah hariç.

                “Nasıl biliyorsun? Bu kadar emin.” Yine Güllüşah’tı konuşan, daha da bir emin olmak istercesine.

                “İnsanların doğuştan bildikleri şeyler vardır ya hani. Bu da öyle bir şey işte.”

                Saatçi biliyordu artık Müjgan’ı kaybettiğini.

                Yine Güllüşah’ın sesiyle kendine geldi, dalıp gittiği acılardan.

                “Anlaştık mı Saatçi Efendi?”

                Sesini çıkarmadı Saatçi. İçinden “kızım istiyor, ne desem ne yapsam yalan” diye geçirdi.

                Güllüşah son sigarasını da söndürüp ayağa kalktı.

                Artık ilk etaptaki işini bitirmişti. Ondan sonrasına Allah kerimdi.

                Müjgan koşup ipek çarşafları getirdi. Diğerleri peşinde, merdivenleri çıkıp ana kapıya geldiklerinde Güllüşah:

                “Bu işi uzatmayalım, nişanı, düğünü en kısa zamanda yapıp işi bitirelim” dedi.

                Cevap beklemeden sadece Müjgan’ı öpüp, bir:

                “Hoşçakalın”la kapıdan çıkıp gitti Güllüşah.

                Arkada verilen karardan mutsuz iki yaşlı insan kaldı.

                Müjgan’sa uçuyordu; kalbi daldan dala hopluyor, yıldızları ayları aşağıya indiriyor, onları kıskandırıyordu saçtığı mutluluk ışıklarıyla.

devam edecek

 

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap