MÜJGAN (29)

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,MÜJGAN (29)
Haberin Tarihi: 8.12.2017 14:56:00 - Okunma Sayısı:1986 defa okundu.

MÜJGAN (29)

Eğirdir’de Bir Aşk Hikayesi

(29)

                Müjgan sedirde yer gösterdi genç bayana, iki tane daha yastık koydu yanlarına yaslansın diye?

                “Rahat mısınız?”

                “Çok” dedi Gülseren.

                Bembeyaz yastıklara yaslandı Gülseren. Etrafı seyretmeye başladı.

                Bağa doğru yürümekte olan Şemsettin’e seslendi Müjgan.

                “İstersen sana bir sade kahve yapayım.”

                “Hayır, dönünce çay alırım. Kahveyi hep beraber yemekten sonra içeriz.”

                Şemsettin yürüdü gitti bağın içine.

                İki kadın önce birbirlerine baktılar.

                “Ben mi tedirginim, o mu? diye düşündü Müjgan.”

                İkisi de tedirgindi, huzursuzdu.

                Bir müddet sonra Gülseren kendini etrafın güzelliklerine kaptırmıştı. Gılivatları işaret etti

                “Hiç tepeden bana bakan üzümler görmemiştim. Ne kadar güzel bir duygu, üzümlerin altında oturup onları seyretmek ve çay içmek.”

                Çayını yudumladı Gülseren. Müjgan konuştu:

                “Gılivat deriz biz onlara. Yaz günlerinde hep beraber onların gölgesinde otururuz. Onlara gözüm gibi bakarım.”

                Tahta sandalyeyi Gülseren’in tam karşısına çekti oturdu. İçinden “çok güzel, genç, elleri hiç iş görmemiş gibi, beli incecik. Seyretmesi bile hoş” dedi.

                İçten içe Gülseren de onu seyretmekte, incelemekteydi.

                “Olağanüstü güzel. Her şeyi yiyip yutan, dışarı vurdurmayan giysilerinin içinde bile hem güzel, hem mağrur, hem şefkatli.”

                Bir müddet sonra Şemsettin bağdan döndü. Elinde sadece küçük bir salkım üzüm vardı.

                “Gülseren, mutlaka gelmelisin, üzümleri yerlerinde görmelisin. Hepsi de al beni, ye beni diyor. Kıyamadım onlara. Gel kendi elinle kopar, taze taze ye.”

                Müjgan:

                “Doğru, Şemsettin haklı, mutlaka görmelisiniz onları yerinde, asmaların altında. Ayrıca onları koparır koparmaz yemenin tadı başka olur.”

                Şemsettin’e döndü:

                “Dimnitleri bulabildin mi? Rezakiler de hemen onların arka sağ tarafında.”

                “Maalesef, senin de gelmen lazım, bulamadım onları.”

                Üçü beraber bağa yürüdüler.

                Gözü gibi saklayıp baktığı üzümlerin sallandığı asmalara  götürdü onları. Burdur dimnitlerinin altını asma yapraklarıyla kaplamıştı, toprağa değip de zedelenmesinler dile. Akşamın erken saatlerinde serin serin, ıslak ıslak yatmaktaydılar asma yapraklarının gölgesinde dimnitler.

                “Haydi, kopar bir salkım da tatlarına bak, bayılacaksın.”

                Gülseren eğildi, koparmaya çalıştı kapkara kömür gibi Burdur dimnitlerinden bir salkımı, ama beceremedi. Şemsettin eğilip yardım etti ona. Diğerini de Müjgan’a vermek istedi ama Müjgan,

                “Onları sana sakladım, sayıları da az, gidinceye kadar yersin. Sana kalsın” dedi.

                Şemsettin ses çıkartmadı.

                Buğulu serin üzümleri yiye yiye kelife döndüler.

                “Annemler nasıl Müjgan, sıhhatleri iyi mi?”

                “Git kendin gör, kendin sor.”

                Bu beklenmedik çıkış karşısında Şemsettin sustu, konuşmayı ilerletmedi.

                Müjgan da farkındaydı sert çıkışının. Havayı yumuşatmak için, “Karnınız açtır herhalde. Patlıcan yatırtma hazır, domates salatası da hazır sayılır. Sadece bulgur pilavı yapacağım, sen seversin bunları şayet yemek tadın değişmediyse.”

                Mutfağa doğru giderken, “İstersen Gülseren’e sofra hazır oluncaya kadar bağın diğer taraflarını göster. Yarım saate kadar sürer benim işim. Sonra sofraya oturabiliriz.”

                “Ben yardım edebilirim isterseniz size.”

                Teklif Gülseren’den gelmişti.

                “Sizin bildiğiniz işlerden değildir buraların işleri Gülseren hanım, buyurun siz bağı dolaşın, ben de işimin başına döneyim.”

                Yürüdü gitti Müjgan kelife.

                Mutfağa girip ocak başındaki iskemleye oturdu.

                Kendisi de şaşkındı bu kadar sakin ve rahat olabilmesine.

                Nedenini düşündü. Sonunda:

                “Allah’ın bildiğini benden saklamıyor. Seviyor demek ki genç kızı. Sevilmeyecek gibi de değil. Kısa eteğinin altından çıkan bacakları ne kadar düzgün ve güzel.

                Kendi bacaklarının nasıl olduğunu pek bilmediğinin farkına vardı.

                “Ne fark eder ki, güzel olsa da çirkin olsa da. Zaten hep kapalılar.”

                Pilavın yağını koyup demlenmeye bıraktı.

                Salata malzemeleri zaten hazırdı. Hepsinden güzel bir domates salatası yaptı. Kendi yaptığı yoğurttan ve taze salatalıktan da cacık yaptı.

                Sofrayı gılivatın altına kurarken, Şemsettin yanında Gülseren’le ona doğru geldi. O da sandalyeleri yerleştirdi yerli yerince.

                Müjgan’ın getirdiği bardakları da Gülseren tabakların yanına koydu. Hep beraber yemeğe oturdular. Kendisi de otururken sofrada sürahinin boş olduğunu fark etti. Aynı anda Şemsettin de gördü boş sürahiyi. Müjgan’dan önce davrandı, kuyuya koştu.

                “Sen hiç kuyu suyu içtin mi hayatında Gülseren?”

                “Yok hayır.”

                “Öyleyse şimdi tadacaksın. Bu su içtikçe içirir, yedikçe yedirir ona göre.”

                “Göreceğiz” dedi Gülseren.

                Müjgan da dahil hepsi iştahla yemeklerini yediler.

devam edecek

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap