BEYLİK
1970’lerdeydi. Isparta-Gelendost’a bağlı, Eğirdir Gölü’nün karşı kıyısındaki bir Osmanlı köyünde geçen sıradan bir olaydan bahsedeceğim. Türk edebiyatındaki hikâye anlayışı gereği, gerçek kişi ve coğrafi nokta adı vermeden hikâyemizin ilginçliğini aktarmaya çalışacağım.
Olayın geçtiği dönem köylülerin hasat dönemidir. Arap ülkeleri ile İsrail arasında gerçekleşen Altı Gün Savaşı'nın çatışmalarını lambalı radyolarından iş aralarında takip eden köylüler, bir karar verirler: İsrail’den yüksek verimli damızlık büyükbaş hayvan getirtmekten vazgeçerler. İsrail’in İslam karşıtı bir devlet olduğu düşüncesi, köylüleri öfkelendirir. Bunun yerine, mevcut geleneksel inek ve tosun türlerini koruma kararı alırlar.
Bunun üzerine köylüler, Bursa Karacabey’den 15. ayına yeni girmiş genç bir tosun getirirler. Gebe bırakma vasfına sahip olan bu erkek misafir boğaya Beylik adını verirler. Ona verilen bu isimle, damızlık boğanın geçmişten gelen geleneksel inek karakterini koruyabileceğine inanırlar.Köy meydanında, köylülere yeni gelen misafir Beylik’ i izleme fırsatı verildi.
Yörük-Türkmen çadırı gibi, kapkara bir damızlık boğaydı. Beylik’ in bakışları sert, örfi bir duruş sergiliyordu! Biz çocuklar ise ancak stadyumdaki futbolcuları izleyen seyirciler gibi onu uzaktan gözlemleyebiliyorduk. İlk günlerde, köylülerden cesaretli olanlar sırtını sıvazlayıp tanışıyorlar veya alışıyorlardı.
Ancak birkaç ay geçtikten sonra kimse yanına yaklaşamaz oldu. Dokunulmazlığı vardı!
Beylik, köydeki tüm kamusal alanlara, tapulu, tapusuz meralara, özel bağ, bahçelere dilediği gibi girip çıkabiliyor, karnını doyurabiliyordu. Diğer köylülerin sığır sürüleri arasında dolaşabiliyordu. Ona “hoşt-moşt” diyerek uzaklaştırmak, Köy Ayanı Muhtar tarafından kesinlikle yasaklanmıştı. Köylüler, Beylik’ten uzak durmayı tercih ediyordu. Ancak Ayan Muhtar’ın yasaklamasına karşı çıkanlar, derslerini yine Beylik’ten alıyorlardı.
Yaratıcı sanki bu Beylik’i akılla doldurmuştu! Geleneksel hayvan karakterini korumak amacıyla getirtilen Beylik’in, köylülere ders veren bambaşka yönleri vardı. Abartısız söylemek gerekirse, duruşuyla bir okulun verebileceği ders-bilgeliği sergiliyor, adeta tüm köye öğretmenlik yapıyordu.Dedeler, neneler torunlarına ders verirken: “- Hiç mi Beylik’ in duruşundan ders almadın” diyorlardı. Beylik’ in endamlı, özgüvenli duruşu herkesi etkiler!
Beylik’ lik in bir yönü de kinci olmasıydı. Kendine yapılan kötülüğü unutmazdı!
Köylülerin bağına, bahçesine giren Beylik ne zaman isterse, o zaman terk ederdi. Hele bir “hoşt” deyin; başınıza neler geleceğini tahmin bile edemezsiniz. Aylar, hatta yıllar geçse bile sizi aklında tuttuysa: Bir bahçeliğin dar yolunda aniden kıstırır, unutulmayacak bir hamle yapardı. Ancak bu saldırgan bir kırıcı tavır değildi. Tıpkı, kılıç-kalkan oyunundaki ustaca bir hareket gibi, doğrudan zarar vermeden korkuturdu. Çünkü Beylik akıllı bir hayvandı. Ekmek yediği köyün insanlarını incitmek istemezdi. Sadece dik bakışıyla ders verir, korkuturdu!
***
Köylüler, Beylik’ in özgürce dolaşmasını, tıpkı Roma imparatorları gibi asil bir tavır sergilemesini izleyerek, zamanla onun hakkında efsaneler, masallar, hikâyeler kurguladılar.
Beylik, bazı insanlardan bile daha onurlu duruşunu her daim gösteriyordu. Biz çocuklar bunu fark etmiştik. Peki nasıl? Beylik, birinin bahçesinde dinleniyor veya karnını doyuruyorken, bahçe sahibi tarımsal uğraşları için tarlasına geldiğinde ilginç bir şey olurdu. Eğer bahçe sahibinyanında çocuğu varsa, Beylik beslendiği yerden aldığı kokuyla başını kaldırır, bir an kara kara bakar, sonra hızla oradan uzaklaşırdı. Çocuklara çok daha saygılıydı nedense!Nedenini kimse o zamanlar tam olarak çözebilmiş değildi. Tarla sahipleri şayet çocuksuzsa; aldırış etmez, tarla veya bahçeyi terk etmezdi.
Beylik’ in başka bir özelliği de: Köyde bir cenaze varsa; cenazenin gömüleceği mezarlığa erkenden gelir. Uzaktan cenaze (bir cenazenin olduğunu nasıl haberi oluyorsa) gömülünceye kadar bekler. Sonra arkasına döner, yeniden geniş bağların, bahçelerin içindenkaybolurdu.
Henüz bulutlar bile ortalıklarda görülmeden Beylik’ in köy içine geldiğini gören köylüler:”-Beylik geldi. Mutlaka yağmur yağacak” derlerdi. Ve yağmur da yağardı. Köylüler, yağmur yağdığını görünce bir anlık iki bin yıl öncesine dönerler. Eti uygarlığının “bereket tanrısı” bağlılığı yeniden, (anlıkta olsa) canlanır.. Köylüler için bir aş- ekmek demek olan yağmurun yağmasından dolayı Beylik’e olan bakışları; “bereket tanrısı “bakışından farksızdı.
***
Yıllarca köylülerin eli, ayağı olan Beylik birilerin rahatsız etti ki beklenmeyen, acı şeyler olur.
Gerçek adını biz çocuklar hiçbir zaman öğrenemedik. Ancak köylüler ona Kosa-Tırpan adını vermişlerdi. Yaşlıydı, Çanakkale Savaşı’ndan kaçmış olduğu köy sohbetlerinde anlatılırdı.Yalvaç’ın köylerinden her yıl gelir, bir ay boyunca köylülerin yevmiyeli ekinlerini biçerdi. Yaşlı olmasına rağmen, o güne kadar orakla ekin biçen köylüler, ilk kez onun sayesinde tırpan aletiyle biçmeyi öğrendiler. Bundan dolayı gerçek adı yerine: Kosa –Tırpan Ağa adı söylenir.Ağustos ayının boğucu sıcaklığı, İsrail illetini Müslümanlara olan baskıları insanların içini karartıyordu.
Bu kara günlerde: Yevmiyeli işini erkenden bitiren Kosa-Tırpan Ağa, elinde kosa tırpanı ve ekin toplamaya yarayan beş demir parmaklı tırmık ile otların arasında yatan Beylik’i gördü. Etrafına bakındı.Bir an tereddüt etti, dört yüz elli haneli köylülerin yediden yetmişe, herkesin sevdiği Beylik’ in tokluk karnına elindeki demir tırmığı saplar!
Sıcaktan tedbirsizce otların arasına yatmış olan Beylik’in tonluk karnına saplar. Akıllı hayvan, köyden, köylülerden kötülük gelmeyeceğini düşündüğü için kendini savunmasız bırakmıştı.Aniden karnına saplanan sivri demir tırmığın acısını hissetti. Fakat yıllarca kazandığı şan, onurlu karakterin getirdiği asaletle, acısını açığa vurmamak için bağırmaz, acısını içine gömer.
Yara alan Beylik, kendisini sebepsiz yere yaralayan Tırpan Ağa’nın yüzüne, yarı acı, yarı uyanık bir bakış atar!. O bakış derindi, anlam yüklüydü. Dili yoktu ama bakışları konuşuyordu.
Adeta şöyle diyordu:"Tırpan Ağa! Sen beni nedensiz yaraladın. Birkaç gün sonra öleceğim. Ama sen onursuzsun. Eğer onurun olsaydı, o beş parmaklı ziraat tırmığını bana değil, Türkiye’yi işgal etmeye gelen İngiliz’e, Fransız’a, İtalyan askerine yöneltseydin. Cephe’den kaçmışsın! Türk’e sen ihanet ettin!. Şimdi de yaşlı hâlinle benim kanıma girdin! İnsanlığınla utan! " Tonlarca ağırlığıyla, hiçbir babayiğit tosunun bile alt edemediği bu kudretli varlığın karnında beş derin yara açılmıştı. Bir gün içinde, bu yaralar iltihap bağlar.
***
Çanakkale kaçkını Tırpan Ağa uzaklaştığında, Beylik büyük bir acı içinde ayağa kalktı. Gözlerini gölden gelen serin kokuya yöneltti—Eğirdir Gölü... Sonra yavaş yavaş yürümeye başladı. Güçlükle göl kıyısına vardı ve hızlandı.
"Belki yaralarımı su iyileştirir" diye düşündü. Derinlere doğru ilerledi. Geri dönmedi. Dönemezdi. Ayaklarının değmediği derinliklere ulaştığında, sanki o sularda zihni de derinleşti.
"450 haneli Osmanlı dönemi ismiyle:Mazıbağı-Ilgın köyünün tüm insanları, yediden yetmişe beni seviyor. Ama sevmeyen bir kişi var. Bir kişi bile olsa, benim için buralar dar gelir..."diye düşünür.Ve Beylik, geri dönmeden, derin suların kollarına kendini bırakır..
Köylülerin çocukları, Kurban Bayramı sabahı iştahla kurban etlerini yerken, acı bir haber cami hoparlöründen yankılandı. Köy korucusu ağlamaklı, yutkuna yutkuna haberini verir:
"Köyümüzün Beylik’i bulundu... Artık sizlere ömür!"
Bayram sabahı, besmele ile kesilen kurban etleri, o an tüm köylülerin boğazında düğümlendi.
Kayıklarını "Bayram süresince fırtına gelir, zarar verir" düşüncesiyle göl kenarına götüren köylüler, dalgaların içinde tonluk Beylik’in cansız bedenini gördüler. Sim siyah kara bulutlar gibi şişmiş cesedi, yine dualarla yıllarca gömülen cenazeleri izlediği mezarlığın kıyısın bir insanmış gibi dualarla gömülür.
Ve Beylik, belleklerde bir ders bırakır, almak isteyenlere, istemeyenlere..Bazı insanların arayıp bulamadıkları onur ve şerefiyle Beyliksadakatle dünyadan göçüp gitti. Bazı insanlara asla nasip olmayacak bir miras bırakarak…Araştırma: Bayram Aygün – 2025, Isparta