ETİ YEMEDEN ÖNCE DÜŞÜNMELİ
Et
Atlası Heinrich Böll Vakfı ve Friends of the Earth ortak yayını
Heinrich
Böll Vakfı ve Friends of Earth tarafından yayınlanan “Et Atlası” endüstriyel et
üretimi ve artan et tüketiminin yıkıcı sonuçlarını gözler önüne seriyor.
Sokaklar
“gurme” biftekçilerden, süpermarket dolapları hangi hayvanın eti olduğunu
üzerine yazmasalar anlayamayacağımız gıdalardan geçilmez olmuş ve et kültürü
dörtnala yayılmaya devam ederken, tabağımıza gelen etin çevresel ve toplumsal
etkilerini inceleyip tadımızı kaçıran (!) çalışmalara bir yenisi daha eklendi.
Heinrich Böll Vakfı,Friends of Earth ortaklığı ile hazırlanan rapor bizi
“akşama köfte yapmadan” ve “Adana’lar iki olmadan” önce gıda tercihlerimizin
dünyamıza etkileri konusunda bir kez daha düşünmeye davet ediyor.
Tabağımıza
gelen gıdanın politik sonuçları var
9
Ocak tarihinde yayınlanan rapor bugüne kadar konu üzerinde yapılmış
çalışmalardan çarpıcı sonuçları bir araya getiriyor ve eti nasıl üretip ne
kadar tükettiğimizin sonucu olan yıkımı A’dan Z’ye, daha doğrusu tarladan
midemize kadar inceliyor. BBC’ye demeç veren Heinrich Böll Vakfı başkanı
Barbara Unmuessig‘e göre rapor kimseyi suçlamayı amaçlamıyor: “Kimseye vaaz ya
da ahlak dersi vermek niyetinde değiliz. Ne yediğimiz kişisel bir tercihtir.
Ama tabağımıza gelen gıdanın politik sonuçları olduğunu da hatırlamak gerekli.”
Rapordaki
verileri gördükten sonra ise yediklerimizin sadece “kişisel tercihten” öte
anlamları ve çevremiz üzerinde yıkıcı sonuçları olduğunu görmeye başlıyoruz.
Rapor, buğday, arpa, yulaf ve mısır üretiminin %40’ını, toplam tarımsal alanın
%70’ini ve tatlısuyumuzun çeyreğini kullanmamıza neden olan bir sektörle karşı
karşıya olduğumuzu gösteriyor. Bu oranlardaki kişisel payımızı görmemiz içinse
daha somut bir örnek üzerinden, 1 kg kırmızı et için gereken kaynaklardan yola
çıkıyor. 1 kg havuç üretmek için 133 lt, 1 kg domates üretmek için de 184 lt
suya ihtiyaç duyulan dünyada 1 kg kırmızı et için harcadığımız su miktarı
15.455 litre. Başka bir deyişle evlerimizde kullandığımız damacanalardan tam
813 tanesi, günde 3 litre su içtiğinizi varsayarsak 14 yıllık su ihtiyacınız
kadar su sadece 1 kg et için tüketiliyor. 3,6 kg buğday ve 36 kg kaba yem de
cabası. Tabii bu su hayvanlar tarafından içildiği için değil, yem ve ilaç
üretiminden başlayıp tabağımızda biten yem, ilaç, kimyasal üretimi, kesim,
saklama, soğutma ve ulaştırmayı da içeren sürecin bir sonucu.
Antibiyotik
ve hormon kullanımı sağlığı tehdit ediyor
Raporun
bu sürecin yönetimine bakan bölümü ekonomik ve toplumsal sonuçları irdeliyor.
Bugün hayvancılık sektöründe egemen ilk eğilim şirket birleşmeleri ve
satınalmalar neticesinde giderek az sayıda şirketin pazara hakim olması. Bu
sürecin 1985-2005 yılları arasında 70 milyon küçük üreticiyi pazardan sildiğini
ve üreticilikten tüketiciliğe kaydırdığını ortaya koyan rapor bu sürecin devam
etmesinin yerel ekonomilerde yaratacağı yıkıma dikkat çekiyor. Et üretimi
liderlerine baktığımızda pazarın büyüklüğünü görebiliyoruz: Lider konumdaki JBS
firmasının cirosu 38,7 milyar dolar olarak açıklandı.
İkinci
egemen eğilim ise et üretiminin yoğunlaşması, yani daha küçük alanlarda
(fabrika çiftliklerde ya da tavukhanelerde) daha fazla hayvan büyütülmeye
çalışılması. Bu hayvanları çok daha kötü şartlara mahkum ederkenantibiyotik ve
hormon kullanımını zorunlu kılarak toplum sağlığını tehdit ediyor.
Süperdirençli bakterilerin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan bu koşullar yeni
salgınlara davetiye çıkartıyor.
GDO’lu
gıdanın başlıca müşterisi hayvan yemi sektörü
Endüstriyel
et üretimi ile bağdaştırılan bir diğer tehdit ise GDO. Glifosat türü tarım
zehirlerine dirençi olacak şekilde genetiği ile oynanan soya ve mısırın başlıca
müşterisi hayvan yemi sektörü. Et üretimi hem bu ürünlere olan talebi
arttırdığı için çeşitli bilimsel araştırmalarda canlılar üzerindeki zararlı
etkileri kanıtlanmış GDO teknolojisinin güçlenmesine neden oluyor hem de bol
bol uygulanma şansı bulan glifosat zehrinin et üzerinden tüketicilere geçmesine
neden olarak insan sağlığını tehdit ediyor.
Raporda
mevcut üretim anlayışının biyoçeşitlilik üzerine etkilerine de yer verilmiş.
“Verimli” tür arayışındaki sektör şu anda sütün %83_ünü Holstein türünden,
kırmızı etin %65_ini sadece üç türden alıyor. Bu genetik çeşitliliğin
azalmasına ve ait olduğu iklimsel koşullardan uzak yaşayıp zayıf düşen
hayvanların üretimi için daha fazla ilaç kullanılmasına neden oluyor.
Et
tüketimi iklim değişikliğini arttırıyor
Son
bir paragraf da iklim için. Rapor, ürettiği sera gazları nedeniyle küresel
iklim değişikliğinin en büyük aktörlerinden biri olarak kabul edilen
endüstriyel hayvancılığın bu kötü şöhretini perçinliyor. Raporda kullanılan
verilere göre 1 kg dana eti üretimi 27 kg CO2 eşdeğeri sera gazı salımına neden
oluyor. Bir karşılaştırma yapabilmek adına bu miktar kilometrede 200 gram CO2
salan ortalama bir arabayla 135 km dolaşmak demek.
Peki
çok mu et tüketiyoruz? Rapora göre evet ve bu artmaya da devam edecek. 2022
yılına kadar et talebinde %80’lik bir artış beklendiği belirtilirken bunun
halihazırda baskı altında bulunan kaynaklar üzeride yıkıcı bir etki
yaratabileceğinden bahsediliyor.
Öneriler
Raporun
öneriler kısmı ise araştırmanın detayına oranla zayıf gözüküyor. Özetle et
üretiminin mevcut hali kadar yıkıcı olmak zorunda olmadığından ve üreticilerin
sorunların üzerine giderek iyileştirmeler sağlayabileceği gibi muğlak
önerilerden bahseden rapor tüketicilere de gıda alışkanlıklarını sorgulamayı ve
vegan/vejetaryen beslenmeyi bir alternatif olarak araştırmalarını salık
veriyor. Hayvan refahı veya insanların hayvanların canı ve bedeni üzerinde hak
sahibi olup olmadığı konusundaki etik tartışmalar raporda hemen hemen hiç yer
bulamamış durumda.
Yağmur
ormanlarına etki, hayvan sahipliğinin el değiştirmesinin ekonomik ve sosyal
yapılara etkisi gibi birçok farklı başlığı daha inceleyen 68 sayfalık İngilizce
raporun tam metnine buradan ve özetine buradan ulaşabilirsiniz.